17 Ocak 2012 Salı

Arnavutluk’un Dışa Açılma ve Demokratikleşme Süreci 1-2-3-4


Arnavutluk’un Dışa Açılma ve Demokratikleşme Süreci 1
Salı, 16 Şubat 2010 12:28
Arnavutluk sosyalist bloğun hem ekonomik hem de politik anlamında en kapalı toplumuydu. Bu yüzden dış dünya ile ilişki kurması süreci diğer sosyalist devletlerinkine oranla daha kritik bir gelişme yaratmıştır. 1990 sonrası Arnavut toplumunda yasadışılığın çok yüksek olması, ülkenin demokratikleşmesi ve Euro-Atlantik entegrasyonlara dahil olması büyük engel teşkil ettiği değerlendiriliyordu.
Avrupa Birliği’nin tecrübe itibarıyla Arnavutluk’un dışa açılma sürecinde fazla bir rol oynamadı. Oynamamasının Arnavut akademisyenlere göre haklılık payı olduğu belirtiyorlar. Çünkü yarım asra yakın dış dünya ile ilişkisini kesen Arnavut yönetimi, Brüksel etrafındaki ülkelerin bizi tanımadıklarını ve bunun için bizim dünyaya kendimizi tanıtma ihtiyacını doğurtmuştur. Buna 90 sonrası Tiran yönetiminin dış Arnavutlar (Kosova ve Makedonya) ile ilgili politikaları da eklenenince 2000’lı yılları beklemek gerekti.
Ama Arnavutluk ile tarihsel ilgisi olan devletler –ki bunlardan bazıları AB üyesi devletlerdir - İtalya ve Yunanistan gibi- Arnavutluk’un Batı’ya entegrasyonunda ya önemli rol oynadılar ya da kendi çıkarları doğrultusunda engel olmaya başladılar.
Arnavutluk 31 Mart 1991 yılında ilk defa çok partili sistemiyle seçimlere girmiştir. Ama yine 45 sene Arnavutluk’u yöneten “Parti e Punës së Shqipërisë-PPSH” (Arnavutluk Emek Partisi-AEP) tek başına iktidar olarak seçimleri kazanmıştır. Bu seçimlerden sonra ülkedeki tansiyonlu durumu rahatlatmıyor ve sosyo-ekonomik kaos her geçen gün artıyordu.
1990-1991 aralarında deniz yoluyla İtalya’ya ve kara yoluyla komşu Yunanistan’a göçler önüne geçinemeyecek kadar büyüdü. Muhalefette olan Sali Berişa her geçen gün güçleniyordu ve erken seçim istiyordu. ABD ve merkezi Avrupa ülkelerinden destek alındığını belirten Berişa, “Dünya Yardım Ediyor, Biz Yöneteceğiz”, “Maaşlar Avrupa’daki Gibi”, “Her Köylü Ailede Telefon Hattı” “Avrupa Gibi Arnavutluk İstiyoruz” pankartlarıyla halktan destek toplayan ve iktidara baskı yapan Berişa, bir sene sonra (22 Mart 1992) iktidara gelince beklediği Brüksel merkezli yardımları ve yatırımları gerçekleşmemiştir.
Arnavutluk’un bu geçiş süreci çok acı idi ve en önemlisi 1997’de olmak üzere Arnavutluk’ta derin iç sorunlar baş göstermiş ve hatta uluslararası müdahale gerektirmiştir. Nisan’in ilk haftasında “ALBA” operasyonu 7.000 askerin katılımı ile başlatılmıştır. Durrës Limanı’na inen askerler AB’den geldiği için Arnavut halkı sevinmiş ve “Silahlı Turistler” diye adlandırılmışlardır. “ALBA” operasyonu BM Güvenlik Konseyi’nin 21 Mart tarihli, 1101 No’lu kararına dayandırılmıştır. “Pelikan Operasyonu” tecrübesine sahip olan İtalya, böyle bir operasyonla faydalı olacağı propagandası yapmıştır. Zaten bu durumdan en çok etkilenecek olan hem AB hem de NATO üye ülke olan İtalya ve Yunanistan’dır.
Arnavutluk’un komünizm sonrasından günümüze kadar dışa açılma ve demokratikleşme sürecini güç olmuştur. Arnavutluk’un ekonomik refahı, NATO ve AB’ye yolunda ki entegrasyonu, istikrar ve demokratikleşmeyi dış faktöre (Kosova, Yunanistan, İtalya ve Makedonya) birebir bağlı olduğu gözden kaçırılmaması gerek bir husustur.

Arnavutluk’un Dışa Açılma ve Demokratikleşme Süreci 2  
Salı, 02 Mart 2010 20:59
1990 Yılına Kadar Genel Bir Bakış
II. Dünya savaşında Arnavutluk Batı Antifaşist ittifakının hâkimiyetinde olduğu halde savaştan sonra takip ettiği iç politika sonucunda komünist Doğu ile yakınlaşmaya başlamıştır. Süper güçlerin Batı-Doğu bloklarının pazarlığı sonucunda Arnavutluk, II. Dünya savaşından sonra SSCB’nin kontrolü altında, Yugoslavya’nın temsiline bırakılmıştır. Bu doğrultuda gereken anti demokrasi istihbarat organları da kurulmuştu. Bütün bunların anlamı ise, Arnavutların Avrupa’dan ve “Demokratik Batı”dan uzaklaştırılması olmuştur.
Avrupa ülkelerinde II. Dünya Savaşından sonra diktatörlüğe yol açan rejimler Nazizm (Almanya), faşizm (İtalya) son bulmuş, yerine plüralizm temelli olan rejimler kurulurken Arnavutluk hükümeti, Sovyet Rusya’sı ve Yugoslavya’nın etkisi altında komünizme giden yolunu takip etmiştir. Böylece Avrupa’dan uzaklaşarak, daha çok bu rejimi uygulayan Rusya ve Çin ile yakınlaşmıştır. İktidardaki komünist hükümetinin ideolojisini özetlemek gerekirse, batı eğilimine karşı savaş/düşmanlık ve “dost olmayanlarla” yanlış bir dostluktur (Yugoslavya, Sovyet Rusya, Çin) ve ardından gelen ayrılık ve izolasyon olmuştur.
1990’ların başından itibaren Avrupa’daki sosyalist rejimlerin çökmesinin ardından Arnavutluk’ta da anayasada demokratik kurumların oluşturulması ve işletilmesine dair değişiklikler yapılması yönündeki talepler ağırlığını hissettirmeye başlamıştır.
Arnavutluk’un anayasası 1946 yılında yapılmıştır. 1950’de Anayasada sosyalizmin kurulmasıyla ilgili değişiklikler yapıldı. Bu hükümler 28 Aralık 1976 tarihli yeni Anayasaya da yansıdı. Ülkenin adı Arnavutluk Halk Sosyalist Cumhuriyeti olarak değiştirildi. 1976 Anayasası ülkede proletarya diktatörlüğünü, tek partili siyasi rejimi güçlendirdi. Arnavutluk yönetimi Sovyet ideolojisinden farklı, aynı zamanda kapitalizm karşıtı bir yol izlemekteydi. Anayasaya göre Arnavutluk, sosyalizmi başlıca olarak kendi gücüyle kurmuştu. Anayasa, ülkede özel mülkiyeti yasaklanmış ve üretim araçları üzerinde sosyalist mülkiyet hâkimdi. Eğitim ve sağlık hizmetleri ücretsizdi. 1967 yılından itibaren tüm dini kurumlar kapatılmıştır.
Arnavutluk’un demokratikleşmesi sürecindeki en önemli adımlardan biri anayasa değişikliği yapılmasıydı. Daha demokratik bir Arnavutluk Anayasası 1991 yılında kabul edildi. Çok partili sistemi benimseyen Anayasa, bireylerin temel hak ve hürriyetlerini de düzenlemekteydi. İfade, din, basın, örgütlenme, toplantı ve gösteri hakkı gibi hakların yanı sıra, işçilere grev hakkı da tanınmakta ve eğitim sisteminin, komünist rejim dönemindeki standartlara uygun olması öngörülmekteydi.
Anayasa, dört yıllık aralıklarla genel oyla seçilen ve “Halk Meclisi” olarak adlandırılan tek meclisli bir yasama organı öngörmektedir. Cumhurbaşkanı, beş yıllık bir süre için Parlamento tarafından seçilmektedir. Cumhurbaşkanına, hükümet kararnamelerinin anayasaya aykırılığı konusunda karar vermek, Başbakanı atamak, olağanüstü hal ilan etmek, meclisi feshetmek ve seçimleri yenilemek gibi oldukça önemli yetkiler verilmiştir.
Çoğulcu Demokrasiye Geçiş Çabaları
Arnavutluk Emek Partisi Tirana Üniversitesi öğrencilerinin baskılarına daha fazla dayanmayarak 11 Aralık 1990 tarihinde siyasi çoğulculuğu kabul etti. Bir gün sonra öğrencileri destekleyen bir grup entelektüel tarafından Demokratik Parti (PD) kuruldu.
Demokratik Partinin kuruluşun ilk günlerinde “Demokrasi”, “Özgürlük” ve “Avrupa” sloganlarıyla eski diktatörlüğe karşı taraftar toplamaya başladılar. Bu andan itibaren, ülkenin demokratikleşme süreci iki önemli siyasal liderin politikaları itibarıyla aşama aşama gelişmeye başlayacaktır. Bu da Enver Hoca’nın veliahdı olan Ramiz Alia’nın başbakan olarak atayacağı Fatos Nano ve ikincisi, toplumda mesleğiyle saygı gören, diktatör E.Hoca’nın doktorluğunu uzun yıllar yapan Prof. Dr. Sali Berişa sahneye  çıkacaktır. (Devamı Haftaya)http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=3069:arnavutlukun-demokratikleme-suereci-2&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454

Arnavutluk’un Dışa Açılma ve Demokratikleşme Süreci (1990-1992) 3
Çarşamba, 17 Mart 2010 14:08
Sokol BRAHAJ
Arnavutluk’un demokratikleşme sürecinin ilk aşaması olarak Ocak 1991- 22 Mart 1992 dönemi kabul edilmektedir. 1989 yılında Berlin Duvarının yıkılması Doğu Avrupa ülkelerinde yeni hareketlenmelere yol açmıştır. Doğu bloğu ülkelerinden ilk çoğulcu demokrasiye adım atan Polonya iken Arnavutluk en son sırada kalmıştır. Bunun anlamı ise, yönetimi birkaç kişinin elinden alıp hukuk devleti olma yoluna girilmiş olmasıdır. Özetle belirtilmelidir ki Arnavutluk’un resmi olarak 31 Mart 1991 diktatörlükten çoğulculuğa geçiş sürecin başlangıcıdır. 50 sene sonra ilk defa çok partili sistemle seçimlere gidilmiştir. Yarım asır sonra yurt dışına çıkıp girebilme imkanları elde edildiği, özel mülkiyetin az da olsa verilmeye başladığı dönemdir. Halkın ilk defa açık bir şekilde büyük bir fakirlik ve işsizlik problemiyle karşı karşıya kaldığı, bunun için yasal olmayan yollarla (yani dağlardan günlerce yürüdükten sonra Yunanistan’a ve eski gemi ve teknelerle İtalya’ya gitmeleri)  diğer ülkelere gitmesi de bu döneme damgasını vurmuştur. Bu arada, yarım asır yönetimde olan ve alt yapısı güçlü olan komünist partisi seçimleri kazanmış ve Arnavutluk bir yıl sürecek olan çok çalkantılı sosyo-ekonomik ve ekonomik bir döneme girmiştir. Bu dönemde, komünizmi hatırlatacak olan ne varsa (üretim yapan fabrikalar dahi) üretimlerini durdurmuştur. Bu dönem ayrıca insani yardım dağıtmak bahanesiyle dış güçlerin asker ve polis ve çeşitli istihbarat güçlerinin 45 yıl sonra Arnavutluk’a ayak bastığı dönemdir.
Arnavutluk’un demokratikleşmesinin ikinci aşaması ise 22 Mart 1992 – 26 Mayıs 1996 arasıdır. Bu dönemde erken seçimler yapılır ve nihayet komünist olmayan bir parti olan Demokrat Parti-DP (PD-Partia Demokratike) iktidar olur. DP’nin başkanı olan Prof. Dr. Sali Berişa, Ramiz Alia istifasıyla Cumhurbaşkanı olur ve başbakan olarak da Aleksander Meksi’yi atar. Bu dönem Arnavut halkının ABD ve Avrupa’dan çok şey beklediği bir dönemdir. İlk defa Avrupa Birliği ile ekonomik ilişkilerin başladığı dönemdir. Örneğin, Arnavutluk’un AB ile 11 Mayıs 1992’de Ticaret ve İşbirliği Anlaşması imzalanmıştır. Bu dönemde Berişa iktidarı ticaret üzerine devlet tekelini kaldırmış ve serbest piyasa ekonomisine geçmiştir. Artık ticaret devletin kontrolünden yavaş yavaş çıkmaya başladığı dönemdir. Bununla birlikte, ekonomik ve siyasi reformların aslında rehabilitasyon değil de “şok” yarattığı bir döneme girildiği çok geçmeden anlaşılmıştır. Batı’dan beklediği yardımları ve ilgiyi göremeyen Sali Berişa 1996 yılında yapılacak seçimlerde yerini sağlamlaştırmak için demokratik olmayan hamleler yaptığını belirtilmektedir. Fakat muhalefeti susturmaya çalışması, medya üzerine kontrolü elinde tutmak için uğraş vermesi, komünist bürokratları farklı bahanelerle tazminat hakkı tanımadan işlerinden uzaklaştırması, yasa değişikliğiyle başkanlık sistemine geçmek istemesi muhalefetin aslında izolasyonunu değil de güçlenmesine sebebiyet vermiştir.
Arnavutluk’un demokratikleşmesinin üçüncü aşaması da 26 Mayıs 1996 – 29 Haziran 1997 arası dönemdir ki, Arnavutların önemli krizlerle baş etmek zorunda oldukları kritik bir zaman sürecidir. Bu dönem üzerine çok farklı sesler çıkıp, farklı değerlendirme ve yorumlar yapılmaktadır. Fakat inkar edilmeyecek olan şu ki; bu dönemde ekonomi yerle bir olmuş, devlet kurumları yok sayılmış, merkezi yönetim bir çok ilin kontrolünü kaybetmiş Toska-Gega arasında bir iç savaşın eşliğinde gelinmiş, onlarca hatta yüzlerle ifade edilecek olan ölümler yaşanmış, ordu silahlarının büyük bir kısmı sivillerin eline geçmiş,  dış istihbarat servisleri ülkede istedikleri gibi at koşturmuşlardır. Türkiye’nin Tirana’da eğitim hizmeti veren kolej yönetici, personel ve çalışanları hariç Tirana’da temsilciliği olan ABD, AB, Rusya Çin ve diğer ülkelerinin diplomasi misyonlarının çalışanları ve yabancı tüm sivil toplum kuruluşlarının çalışanları ülkeyi terk ettiği dönemdir.
Bu dönem halkın ekonomik anlamda neredeyse her şeyini kaybettiği, piramit bankerler krizinin patlak verdiği, silah depolarının yağmalanarak silahların halkın elinde geçtiği ve bütün fitiller ateşlenmiş olduğu bu dönemde yönetimin uluslararası müdahalenin gerçekleşmesi için dünyaya seslenip medet umduğu çok sancılı dönemdir. Arnavutluk’un bu durumunu fırsat bilen Yunanistan’ın Vorio-Epir (Mega-İdea) emellerini hayata geçirme cesaretini bulduğu ve Arnavutluk’un ortasına kadar kendi askerlerini gönderdiği görülmektedir. Dahası Yunanistan’da ekmek parasına çalışan yüz binlerce Arnavut işçiyi Tiran ile olan sorunlarında şantaj olarak kullanmayı etkin bir dış politika haline getirmiştir. Bu dönem içinde binlerce Arnavut hiçbir gerekçe gösterilmeden Yunanistan’dan gönderilmiştir.  http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=3198:anavutlukun-demokratiklemesi-1990-1992-3&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454

Arnavutluk’un Dışa Açılma ve Demokratikleşme Süreci  (1997-2001) 4
Çarşamba, 17 Mart 2010 13:52
Arnavutluk’un demokratikleşme sürecinin dördüncü aşaması 29 Haziran 1997-3 Temmuz 2005’tir. Ancak bu dönemin 2001 yılına kadar ki süreci ayrıca ele alınması gerekmektedir. 2001 ve sonrası süreç ise demokratikleşmesi bakımından detaylarıyla ele alınması gerekmekte çünkü bu dönemden sonra AB’nin aktif olarak Arnavutluk’u ve tüm Batı Balkanları kapsayacak şekilde yeni bir siyaset uygulamaya koymasından dolayı Arnavutluk’un demokratikleşmesini de yakından ilgilendirdiği için detaylarıyla yer verilecektir.
1997-2001 dönemi, önceki dönemi sosyo-ekonomik istikrarı toparlamakla geçmesi beklenirken, Sırpların Kosova’yı resmen işgali ve Arnavutlara yönelik etnik temizlik politikaları Sosyalist Başbakan Nano’yu Yunanistan’a yakın durmaya sevk etmiştir. Yunanistan ile çok samimi ilişkiler kurmasına rağmen yine de Sosyalist hükümet halkın baskısı nedeniyle Atina’ya rağmen Kosova’da yapılan soykırıma sessiz kalamamıştır. Uluslararası hukukun izin verdiği ölçüde sesini yükseltmeye çalışmış ve yapıcı politikalar üretmeye çabalamıştır.
Bu arada bu bölgedeki ABD çıkarlarının altını çizmek gerekmektedir. ABD Balkanların bu bölümüyle etkin bir biçimde ilgilenmeye başlamıştır ki bu da Tiran yönetiminin Sırbistan karşıtı politikalarına ayrıca bir güç vermiştir. Öte yandan, 2001 yılında Makedonya’nın (FRYM) Arnavutlar üzerine baskı kurmaya başlamasıyla başlayan çatışmalar yine Fatos Nano iktidarını burada da hem Tiran hem Priştina hem Üsküp hem de bölge için yapıcı politikalar üretmeye zorlamıştır. Tirana yönetiminden üretilen bu yapıcı politikalar ise bundan sonraki dönemde ABD ve AB tarafından Arnavutluk’un ödüllendirilmesini zemin hazırlamıştır. Yine bu dönem Arnavutluk ve çevre ülkelerinde yaşayan Arnavutlar için zor bir dönem olsa da ekonomik ve politik reformların yapılmaya çalışıldığı dönemdir.
Arnavutluk 1991 genel seçimleriyle çok partili siyasal yaşama başlamasıyla birlikte, Balkanların diğer bazı kısımlarında olduğu gibi Arnavutluk da 1991 sonrasında anarşinin ve siyasal çalkantıların çok olduğu bir ülke haline gelmiştir. Anarşi, siyasal istikrarsızlık, ekonomik çöküntü, iç ve dış problemler 2001’den sonra iyileşme göstermişse de son 4-5 seneye kadar devam eden geçiş sürecinin en belirgin özellikleri olarak karşımıza çıkmaktadır. 1990–92 yılları arasında ve 1997 yılında çıkan ekonomik krizler, 1998 ve 1999’da Sırpların Kosovalı Arnavutlar üzerine başlattığı soykırım, buna ilaveten de 2001 yılında Makedonya’nın Arnavut azınlık üzerinde baskı kurmaya soykırıma başlamasıyla başlayan çatışmalar geçiş sürecinde yaşanan sorunların süreklilik kazanma eğiliminde olduğunu düşünen Batıyı harekete geçirmiştir.
Arnavut toplumu komünizm sonrası demokratikleşmeyi konsolide etmeye çalışmış, fakat komünizmden kalma kurumlarla bunun mümkün olmadığı açıkça görülmeye başlamıştır. Eski ve yeni siyasi liderler de demokrasi konusunda da yeterli birikime sahip olmamasıyla birlikte, Arnavut toplumu komünizm sonrası sosyal kimliğin yeniden belirlenmesine ihtiyaç duymuştur. Özellikle de komünist yönetim altında terk edilmiş bulunan etnik, dinsel ve kültürel temelli sosyal kimlikler, bu geçiş döneminde yeniden önem kazanmıştır. Bu durum aynı zamanda geçiş döneminin siyasal iktidar mücadelesine de farklı boyutlarda yansımıştır.
Komünist yönetimin profesyonel ve idarî kadrosu daha çok Güneyli Toska’lardan oluşmuştu. Ancak 1992 genel seçimlerinden sonra iktidara gelen Demokrat Parti liderlerinin çoğu Kuzeyli Gega’lardan olması eski elitleri ve temsil ettikleri komünist değerleri büyük bir baskı altında bırakmış. Bu konudaki en çarpıcı örnek ise, daha sonra görüleceği gibi 1997’deki banker krizi esnasında iktidardaki Gegalardan olan Sali Berişa’nın izlediği yanlış ekonomi politikalarına karşı yükselen muhalefetin Toska ve de sosyalist karakteristiğidir.
Bu Toskacılık hareketinin ardında Yunanistan’ın bulunduğuna dair Arnavut istihbaratının Tirana Meclisinde sundukları raporlarında belirtilmektedir. Toksa-Gega çatışmasının aşikare ortaya çıktığı bir son dönem ise, Kosova’yı Adriyatik denizine bağlayacak olan Durres-Kukes yolunun yapılmaya başladığı 2007 yılıdır. Özellikle de bu yolun ihalesi Amerikan-Türk ortaklığı olan Bechel-Enka şirketine verilmesi Yunanistan’ın hiç hoşuna gitmediği ve hem Çameria’lıları daha da susturtmak hem de Toskacılık hareketi ile Arnavutluk’u bölmek, siyasi istikrara kavuşturmamak ve de ekonomisinde daha fazla nüfuz sahibi olma isteğinden hala vazgeçmediği belirtilmektedir. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder