17 Ocak 2012 Salı

Arnavutların Etnik Kimliği, Dili, Kültürleri ve Din Anlayışları




Arnavutlar, Kimlik ve kültürleriPDFYazdıre-Posta
Pazar, 22 Mart 2009 00:37
Avrupa ve Asya arasında bir “köprü” veya bir “kavsak”, bir “halk salatası” veya “karışım potası”, Avrupa’da bir “barut fıçısı”, veya bir “düello” alanı olarak nitelenen ve “etnolojik müze” görüntüsü veren Balkanların en eski toplumlarından biri İliria (İliryalı-özgürlüler) kökenli Arnavutlardır. Arnavutlar, Balkan yarımadasının en eski halklarından olup, köklerinin İlirler’e dayandığı kabul edilmektedir.

Coğrafyacı Strabon (M.Ö. 63-M.S. 20), “Coğrafya” adlı eserinin 7.kitap 25’nci sayfasında bölgeye Albania dendiğini anlatmaktadır. Fakat, Balkan Yarımadasının batısında otokton olarak yaşayan bu ulus Arvanit, Alvanos (Helen),  Arbanas (Slav), Arnebut (Arap) diye de adlandırılmıştır. Arnavutlar ise kendilerini Alban, Arban, Arber, Arbereş, Shqiptar (kabaca Şkiptar diye okunur) diye adlandırmaktadırlar. Arnavut, özgün bir ifade olarak “Shqiptar” (Şkiptar) Kartal soyluları demektir. Anadolu Türkleri, Arnavutları ilk defa 737’de (1337) Bizans İmparatorluğu ile yaptıkları ittifak neticesinde tanıdılar. Arnavutlara bu ismini (“Arnavut” isim olarak) Osmanlılar vermiştir.
Bu isimlerin kökenleri nedir ve etimolojik anlamları nereden ileri gelmektedir sorularına çağdaş Albanolog’ların üzerinde birleştikleri cevaplarına göre, Balkan yarımadasının en eski sakinlerinden olan Arnavutlar, soy itibariyle doğrudan doğruya İlir (İliryalılar)’dan ve dil yönünden Trako-İlir karışımı topluluklardan gelmektedirler. Klasik Yunanistan, Roma ve Bizans yazarlarına nazaran, İlir, Trak, Frik, Daç ve Etrüsklerin dedeleri Kafkasya’dan, Karadeniz kapısından veya Anadolu-Ege yolu ile Balkanlara gelip yerleşen Pëllasget/ Pelasglardır.
Milattan önce 25–20 yüzyıllarda sosyo-politik ve kültürel bir varlık halinde görülen İlirler, genellikle balkan yarımadasının batısında Tuna Nehri, Adriyatik, İyon, Ege denizleri ile çevrili yerlerde yaşamaktaydılar. Bunların oturduğu topraklara İlirya (İliria) denilirdi. Şemsettin Sami’ye göre: Kafkasya’da ki ‘Albania’ yöresinden Balkan yarımadasına göç etmiş olan, Pelasglar’dan inen, İlir’lerin torunu olan Arnavutlar, Avrupa’ya tarımcılık, ev yapımı sanatını, demir-nikel ve taş işletmeciliğini getirmişlerdir. Arnavutlar, Kraya Balkanı ve Erzen Mat havzalarının doğusunu kesen Çermeniko, Dibra Malesia’sı, Komanova Gediği, Kosyak dağlarını içeren Paratiçe tepesini de alan geniş bir bölgeyi ana yurtları olarak kabul etmişlerdir. Arnavutlar burada Vizigotlar, Hunlar, Slavlar, Bulgarlar ve Normanların akınlarına rağmen asırlar boyunca varlıklarını devam ettirmişlerdir.
Arnavutlar, Güneydoğu Avrupa halklarından biridir. Arnavutluk kelimesi tarihi süreçte, coğrafya açısından tanımsız bir bölge adı olmuş, etnik açıdan ise tek başlarına başka bir etnik yapıyla beraber yaşamaya gerek duymayan bir topluluk ifadesi olmuştur. Buna rağmen bu homojenlik göreceli de olsa bir farklılık barındırır. Arnavutluk tarihinde milattan sonraki ilk gelişim İliryalıların Romalılara karşı büyük ayaklanmalar gerçekleştirmeleri olmuştur. Özellikle Roma tarihçilerine göre ‘Arnavutluk’ kelimesi ve onun türevlerinin kullanımı ile ilgili ilk ifadelere bu dönemde rastlanılmaktadır. Milattan sonra 284’ten itibaren Romalıların, İliryalıların yaşadığı yeri ‘Epir Eyaleti’ olarak tanımaları Arnavutların tarihi için çok özel bir önem taşımaktadır. Traklarca yerlerinden edildikten sonra batıya gelerek savunması kolay, görkemli tepelerdeki kalelerde yerleşen İlirler, daha sonrada başka etnik gruplarla karışmamışlardır. Böylelikle bugünkü modern Arnavut ulusunun tohumları atılmıştır.
Besa
Arnavutların tarihi süreçte özgün bir kimlik oluşturmasında etkili olduğunu düşünülen bazı faktörler bulunmaktadır. ‘Besa’ bunların başında gelmektedir (Besa; Ahdivefa, Andetme,  Ahdetme, şeref sözü, yemin etme, söz vermek, Arnavutlarda gerektiği yerde ve kan hasımları arasındaki yemin). Besa Arnavutların ahlaki gelenek ve göreneklerinin temelinde yer almaktadır ve geleneksel hukukun başyapıtı olan ve 1481’de Leke Dukagjini tarafından yazılan ‘Kanuni’de (Leke Dukagjini Kanunnamesinde) önemle vurgulanmıştır. İkinci önemli öge ise, toplumsal hayat içerisinde aile bağlarının güçlü olmasıdır. Çekirdek aile modernleşme projeleri ile topluma benimsetilmeye çalışılsa da Balkanların diğer yerlerindeki halklar gibi Arnavutlar da yüzyıllar boyunca büyük aileler biçiminde beraber yaşama alışkanlıklarını sürdürmüşlerdir. Üçüncü önemli faktör da, Arnavutların din ve mezhep konularında ortodoks olmamalarıdır. Bu bağlamda, Arnavutlar açısından din modernleşme sürecine geleneklerden çok daha az etki yapmaktadır. Farklı inançlara sahip kesimleri olmasına rağmen Arnavutlar yekpare bir ulus yapısını büyük bir gururla korumuşlardır. Yine de din konusunda son zamanlarda durumun biraz farklılaşmaya başladığını teslim etmek gerekmektedir. Tüm bunlara, Arnavutların köklü devlet geleneklerine sahip olmaları, zor şartlara dayanıklı bir topluluk olarak bilinmeleri, patriarkal aile yapısını muhafaza etmiş oldukları, savaşçı ruha sahip olmaları, bunlara binaen de Batıda hâkim sanat ve estetik değerlere biraz daha yabancı kalmış olmaları eklenebilir. Tüm bu unsurların Arnavutların modern tarihinde de karşımıza çıkmaktadır.
Arnavutların Etnik Kimliği ve DiliPDFYazdıre-Posta
Cumartesi, 28 Mart 2009 17:35
Osmanlıların, Kosova (1389) ve Niğbolu zaferlerinden sonra Balkanlarda kurdukları hâkimiyet Arnavutlarla ilişkisinin başlangıcını teşkil etmektedir.
Bu yakınlık yaklaşık beş asır  boyunca  devam  etmiş,  bu  arada Arnavut  ulusunun  büyük  çoğunluğu İslamiyeti  benimsemiştir.  Arnavutların İslamlaşmasının Arnavut ayaklanmalarını tahrik eden papazların etkisinin kırılması kadar, bölgede hızlı bir biçimde yerleşen Bektaşi ileri gelenlerinin etkileri büyüktür. Özellikle Osmanlılıların Arnavutlara itibar etmeleri sebebiyle Arnavutlar saraya alınarak yetiştirilmiş ve üst düzey devlet kademelerine yerleştirilmişlerdir. Böylece Osmanlı-Arnavut ilişkileri karşılıklı hizmet esasına dayanmış ve Osmanlının yıkılıp Arnavutluğun bağımsızlığını kazanmasına kadar da devam etmiştir. 19. yüzyılda ortaya çıkan uluslaşma süreci, buna bağlı olarak gelişen azınlık sorunları ve dış güçlerin etkisiyle İmparatorluğun iyice zayıflaması çeşitli ayaklanmalara sebep olmuştur. Özellikle Balkan savaşlarının ardından Osmanlı devleti ile coğrafi bir bağı da kalmayan Arnavutlar 28 Kasım 1912’de bağımsızlıklarını ilan etmesiyle Arnavutluk’un modern tarihi başlamıştır. Osmanlı  döneminde  dört  vilayete (Etnik Arnavutluk, İşkodra, Yanya, Kosova ve Manastır) ayrılmış olan Arnavutluk, yapılan anlaşmaların ardından parçalanmış ve şu anda ki milli sınırları oluşturulmuştur. Arnavutların demografik dağılımına özen göstermeden yapılan bu sınır düzenlemeleri Arnavut ulusuyla komşuları arasındaki ilişkilerin kaderini büyük ölçüde belirleyecektir. Öte yandan, söz konusu anlaşmalar Arnavut devletinin içişlerinde de çeşitli düzenlemeleri öngörmüştür. Birinci Dünya savaşının patlak vermesi ile beraber tarafsız kalma isteğine karşın Arnavutluk geçici olarak işgal altında kalmıştır. Birinci Dünya savaşının bitmesinden sonra yapılan çeşitli anlaşmalar neticesinde işgaller sona ermiştir. Arnavutluk İkinci Dünya savaşının başlamasına kadar Mbreti Ahmet Zogu’nun monarşik yönetimi altında idare edilmiş ve İkinci Dünya savaşından bu krallık yerini komünist rejime bırakmıştır. Her iki rejim de kendi açısından Arnavutluk’un modernleşmesi açısından kapsamlı projeler yürütmeye çalışmışlardır. Bununla birlikte, bu rejimlerin dahi Arnavutluk’un özgün, geleneksel ve de katı kültürel karakteristiklerine dikkat ederek bu projeleri idame ettirmeleri gerekmiştir. Arnavutluk’un topografik yapısı geçmişte yabancı kültürlerin sokulmasına nasıl engel teşkil etmişse, bu kulturkampf politikalarına da o nispette direnmiştir.

Arnavutça Dili

Arnavutça, esas olarak Arnavutluk’ta, daha az sayıda da Balkanlar’ın güneyinin öbür kesimlerinde, İtalya’nın doğu kıyısı boyunca (Arbëreshët e İtalisë - İtalya’da ki Arnavutlar),  Yunanistan’ın  güneyinde, Ukrayna’da ve Türkiye’nin Trakya ve Ege kesiminde yaşayan etnik Arnavutların konuştuğu, Hint-Avrupa ailesine bağlı dildir. Hint-Avrupa dillerinin bağımsız bir kolunun günümüzdeki tek  temsilcisidir.
Günümüzde Arnavutçanın iki ana lehçesi;   Geg   ve   Tosk,   bulunmaktadır. Shkumbini ırmağı bu lehçelerin konuşulduğu bölgeler arasında sınır çizer. Geg lehçesinin çeşitli biçimleri kuzeyde, Tosk ise güneyde yaygındır. En eski yazılı kayıtlar, Geg bölgesinde ortaya çıkarılan ve İtalyanca ya da Yunancaya dayalı, bazen Osmanlı-Arap harflerinin kullanıldığı yazılardır. Eski belgelerde kullanılan dil bugünkü Arnavutçaya benzemekle birlikte farklı lehçe özellikleri gösterir.

    Arnavutçanın kökeni Hint-Avrupa dil grubunda olmakla beraber çeşitli dillerden birçok kelime almış, dil çok sesliliğe sahip, 36 harflik bir alfabesi vardır. 1909’da Geg (Kuzey) lehçesi temel alınarak Latin alfabesi kullanan standart bir Arnavutça geliştirilmiş ve resmi dil olarak kullanılmaya başlamıştır. Ancak II. Dünya Savası’ndan sonra Enver Hoca’nın -bir Toska- komünist rejiminin başına gelmesiyle dil lehçesi de doğal olarak Toska lehçesi temel alınarak değiştirilmiştir. Tüm bu farklılıklara rağmen Arnavutlar açısından lehçe farklılıkları, aşağıda da tartışıldığı üzere dinsel farklılıklar gibi ulusal bütünlüğe halel getiren unsurlar olarak algılanmamaktadır. Arnavut ulusal düşüncesi başka uluslarda fay hattı teşkil edebilecek farklılıkları ulusal birlik, dayanışma ve gelecek idealleri uğruna   etkisizleştirmeyi   başarmıştır. Bunda tarih boyunca kendi kültür ve kim
liklerini korumak adına verdikleri zorlu mücadelelerin etkisi büyüktür. Bu yakınlık yaklaşık beş asır  boyunca  devam  etmiş,  bu  arada Arnavut  ulusunun  büyük  çoğunluğu İslamiyeti  benimsemiştir.  Arnavutların İslamlaşmasının Arnavut ayaklanmalarını tahrik eden papazların etkisinin kırılması kadar, bölgede hızlı bir biçimde yerleşen Bektaşi ileri gelenlerinin etkileri büyüktür. Özellikle Osmanlılıların Arnavutlara itibar etmeleri sebebiyle Arnavutlar saraya alınarak yetiştirilmiş ve üst düzey devlet kademelerine yerleştirilmişlerdir. Böylece Osmanlı-Arnavut ilişkileri karşılıklı hizmet esasına dayanmış ve Osmanlının yıkılıp Arnavutluğun bağımsızlığını kazanmasına kadar da devam etmiştir. 19. yüzyılda ortaya çıkan uluslaşma süreci, buna bağlı olarak gelişen azınlık sorunları ve dış güçlerin etkisiyle İmparatorluğun iyice zayıflaması çeşitli ayaklanmalara sebep olmuştur. Özellikle Balkan savaşlarının ardından Osmanlı devleti ile coğrafi bir bağı da kalmayan Arnavutlar 28 Kasım 1912’de bağımsızlıklarını ilan etmesiyle Arnavutluk’un modern tarihi başlamıştır. Osmanlı  döneminde  dört  vilayete (Etnik Arnavutluk, İşkodra, Yanya, Kosova ve Manastır) ayrılmış olan Arnavutluk, yapılan anlaşmaların ardından parçalanmış ve şu anda ki milli sınırları oluşturulmuştur. Arnavutların demografik dağılımına özen göstermeden yapılan bu sınır düzenlemeleri Arnavut ulusuyla komşuları arasındaki ilişkilerin kaderini büyük ölçüde belirleyecektir. Öte yandan, söz konusu anlaşmalar Arnavut devletinin içişlerinde de çeşitli düzenlemeleri öngörmüştür. Birinci Dünya savaşının patlak vermesi ile beraber tarafsız kalma isteğine karşın Arnavutluk geçici olarak işgal altında kalmıştır. Birinci Dünya savaşının bitmesinden sonra yapılan çeşitli anlaşmalar neticesinde işgaller sona ermiştir. Arnavutluk İkinci Dünya savaşının başlamasına kadar Mbreti Ahmet Zogu’nun monarşik yönetimi altında idare edilmiş ve İkinci Dünya savaşından bu krallık yerini komünist rejime bırakmıştır. Her iki rejim de kendi açısından Arnavutluk’un modernleşmesi açısından kapsamlı projeler yürütmeye çalışmışlardır. Bununla birlikte, bu rejimlerin dahi Arnavutluk’un özgün, geleneksel ve de katı kültürel karakteristiklerine dikkat ederek bu projeleri idame ettirmeleri gerekmiştir. Arnavutluk’un topografik yapısı geçmişte yabancı kültürlerin sokulmasına nasıl engel teşkil etmişse, bu kulturkampf politikalarına da o nispette direnmiştir.

Arnavutça Dili 

Arnavutça, esas olarak Arnavutluk’ta, daha az sayıda da Balkanlar’ın güneyinin öbür kesimlerinde, İtalya’nın doğu kıyısı boyunca (Arbëreshët e İtalisë - İtalya’da ki Arnavutlar),  Yunanistan’ın  güneyinde, Ukrayna’da ve Türkiye’nin Trakya ve Ege kesiminde yaşayan etnik Arnavutların konuştuğu, Hint-Avrupa ailesine bağlı dildir. Hint-Avrupa dillerinin bağımsız bir kolunun günümüzdeki tek  temsilcisidir.
Günümüzde Arnavutçanın iki ana lehçesi;   Geg   ve   Tosk,   bulunmaktadır. Shkumbini ırmağı bu lehçelerin konuşulduğu bölgeler arasında sınır çizer. Geg lehçesinin çeşitli biçimleri kuzeyde, Tosk ise güneyde yaygındır. En eski yazılı kayıtlar, Geg bölgesinde ortaya çıkarılan ve İtalyanca ya da Yunancaya dayalı, bazen Osmanlı-Arap harflerinin kullanıldığı yazılardır. Eski belgelerde kullanılan dil bugünkü Arnavutçaya benzemekle birlikte farklı lehçe özellikleri gösterir.

    Arnavutçanın kökeni Hint-Avrupa dil grubunda olmakla beraber çeşitli dillerden birçok kelime almış, dil çok sesliliğe sahip, 36 harflik bir alfabesi vardır. 1909’da Geg (Kuzey) lehçesi temel alınarak Latin alfabesi kullanan standart bir Arnavutça geliştirilmiş ve resmi dil olarak kullanılmaya başlamıştır. Ancak II. Dünya Savası’ndan sonra Enver Hoca’nın -bir Toska- komünist rejiminin başına gelmesiyle dil lehçesi de doğal olarak Toska lehçesi temel alınarak değiştirilmiştir. Tüm bu farklılıklara rağmen Arnavutlar açısından lehçe farklılıkları, aşağıda da tartışıldığı üzere dinsel farklılıklar gibi ulusal bütünlüğe halel getiren unsurlar olarak algılanmamaktadır. Arnavut ulusal düşüncesi başka uluslarda fay hattı teşkil edebilecek farklılıkları ulusal birlik, dayanışma ve gelecek idealleri uğruna   etkisizleştirmeyi   başarmıştır. Bunda tarih boyunca kendi kültür ve kim
liklerini korumak adına verdikleri zorlu mücadelelerin etkisi büyüktür. http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=1051:arnavutlartnik-kimlie-dili&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454
Arnavutların Din AnlayışlarıPDFYazdıre-Posta
Cuma, 03 Nisan 2009 23:37
Arnavutlar tarihte birçok dini kabul etmişlerdir. Kabul edilen dinler, çeşitli dönemlerde, farklı biçimlerde ortaya çıkmış, değişik ve kalıcı özellikler taşımışlardır.


Arnavutlar tarihte birçok inancı kabul ettiklerini belirtilmektedir. Ancak milat sonrası semavi dinlerden olan Hıristiyanlığı benimseyen kesim arasında özellikle Ortodoksluk önemli taraftar bulmuştur. Ortodoksluk 4. asırdan itibaren kabul edilmeye başlanmış ve 8. asırda Arnavut kiliselerin Fener Rum Patrikhanesine bağlanması ile beraber daha geniş bir nüfuz alanına sahip olmuştur. Hıristiyanlığın Katoliklik ise daha sınırlı bir kabul görmüş ve belli kesimler tarafından benimsenmiştir. Fakat azınlık olmaktan kurtulamamıştır. Dinler tarihçileri Ortodoksluk ve Katoliklik’i ayrı ayrı birer din olarak kabul etmemekte ve Hıristiyanlığı mezhepleri oldukları belirtmektedir.  Ancak Arnavutlarda Hıristiyanlığı bu iki mezhebi ayrı ayrı birer din olarak algılanmaktadır.
Arnavutların kabul ettikleri son din ise İslam’dır. İslamlaşma Osmanlıların Balkanları fethiyle başlamıştır. Bu topraklarda ilk fetihler 1352 yılında başlamış ve 14. yüzyılın sonları ve 15. yüzyılın boyunca devam etmiştir. Arnavutluğun Osmanlı İmparatorluğuna ilhak tarihi ise 1449 yılı olmuştur. İlk etapta bireysel ve elit tabaka çevresinde yayılan İslam’ın, halkın kitleler halinde kabulü ise 17. yüzyılı bulmuştur. Daha sonraki yıllarda ise bölgede Katoliklik gerilemiş, İslam ise şehirlerde yaygınlaşmıştır.
Arnavutlukta İslamlaşmanın birçok sebebi bulunmaktadır. İtikada dair etkenler açısından İslam’ın bir alternatif olma özelliği dikkate değerdir. Bunu destekleyen diğer bir faktör ise iskân faaliyetlerin başarılı olmasıdır. Dini olmayan sebeplerin başında ise; cizye, haraç ve diğer sorumluluklardan kurtulmak için halkın Hıristiyanlığı terk etmesi gelmektedir. Diğer bir faktör ise Katoliklik-Ortodoksluk arasında ki çekişmenin iki tarafı da zayıflatmış olmasıdır.
Altı çizilmesi gereken konu ise şu: Açıkça anlaşılmaktadır ki, Bizans Ortodoksluğu hâkimiyetinden duyulan korku, dolayısıyla Arnavut kimliğini kaybetme endişesi Arnavutların arasında Katolikliğin yayılmasına sebebiyet vermiştir. Sırplardan gelen tehditler ise yine “Arnavut kimliğine dair endişeler” nedeniyle alternatif Osmanlı-İslam hâkimiyetine izin vermiştir. Diğer deyişle, Arnavutlar tarihleri boyunca, ya bağımsızlıklarını devam ettirmişler, ya da bağımsızlıkları tehdit altına girdiği dönemlerde etnik ve kültürel kimliğini koruması açısından gerekli özerkliği kendine sağlayan kuvvetlerin himayesini kabul etmişlerdir.  
Arnavutlukta yeni bir İslamlaşma dalgası 19.yüzyılda, Batılı güçlerin desteğini alan Hıristiyan misyonerlerinin faaliyetlerini kendi hakimiyeti için tehlikeli bulan Yanyalı Ali Paşa tarafından başlatılmıştır. İzlenen kültür politikaların neticesinde Ortodoksların bu yöndeki faaliyetleri engellenmiş ve Bektaşi tekkelerinin çalışmalarıyla İslamlaşma süreci Güney Arnavutlukta da etkili olmuştur. Arnavutların İslamlaşmasıyla yakından alakalı bir konu da Boşnakların İslamlaşmasıdır. İslam’ın Boşnakların arasında hızla yayılması ve Bogomillerin (Boşnak kilisesi) etkin faaliyetleri neticesinde Arnavutların İslamlaşması daha kolay gerçekleşmiştir.
Böylelikle, modern zamanlara uzanan bu dönem boyunca çeşitli dinsel ve kültürel gruplar oluşmuştur. Bunlar; Müslüman Arnavutlar, Katolik Arnavutlar, Ortodoks Arnavutlar, Arnavutlaşan Slav kökenli Müslümanlar ve Slav kökenli Müslümanlardır. Öte yandan, ortodoks (radikal) olmayan İslam anlayışı Arnavutların milli ve kültürel özellikleri korumasına yardımcı olmuştur. Bunun ardında İslam’ın diğer komşulardan, özellikle Bulgarlardan, daha önce kabul edilerek Arnavutları Osmanlı devletinde imtiyazlı bir konuma getirmesi de bulunmaktadır. Göze çarpan bir diğer ayrım dini kurumlara dairdir. Arnavutlar yukarıda da belirtildiği gibi ulusal kimliklerini öne koyan anlayışları nedeniyle dini merkezi kurumlara (Patrikhane, Papalık ve Halifelik) mesafeli durmuşlardır.
1912’de kazanılan bağımsızlıkla beraber 400 yıl süren İslamlaşma süreci sona ermiştir. Artık bu aşamadan itibaren Hıristiyan ve Müslümanlar arasındaki etkileşim daha da yoğunlaşmış ve bu yoğunluk hayatın her safhasında görülen dini bir çözülmeyle sonuçlanmıştır. Bu sonuçta milli ve etnik farklılıklar öne çıkmış, dini farklılıklar ise ikinci plana atılarak bir homojenleşme süreci başlamıştır. Bu yüzden Arnavutluk’ta dini durum hiçbir zaman etnik bir sorun hale gelmemiş ve kabul edilen dini anlayıştan (Katoliklik, Ortodoksluk ve İslam) hiç biri devletin resmi dini olarak kabul edilmemiştir. Din milli bir problem hale gelmemiş, her grubun özel temsilcisi olmuştur. İkinci Dünya Savaşına kadar süren monarşi döneminde devlet din açısından özgürlükçü ve de laik karakterini sorunsuz bir biçimde sürdürmüştür.
Bununla birlikte, Enver Hoca’nın yalnızcılık politikasına sarılan, dikta rejimiyle birlikte özgün ama önemli değişiklikler olmuştur. Dine dair değerlendirmeler dönem dönem farklılıklar göstermiş olsa da sonuçta dini teşkilatlar ortadan kaldırılmıştır. Özellikle, 1967’den sonra Çin ile kurulan ittifak 1978’e kadar devam etmiş ve bu tarihten itibaren bütün dinler yasaklanmış, ateizm anayasada yerini almıştır. Enver Hoca bunu yapmakla, bundan sonra Arnavut toplumunun bilimsel materyalist dünya görüşü ilelebet karakteri olacağını düşünmüştür.
Komünist rejimin yıkılmasını takiben Yugoslavya ve Sovyet bloğunda olduğu gibi din toplumsal hayata geri dönmüştür. Bunun ötesinde, 1990’lı yıllarda sonra hakim ideolojinin kırılması bazı kültürel dinamiklerin ön plana çıkmasını sağlamıştır. Bu döneme uygun bir bakış açısı ile yaklaşıldığında yeni bir sosyal hareketlilik ve bunun etrafında şekillenen yeni bir kitlesel dönüşüm göze çarpmaktadır. Bu dönüşümün taşıdığı iddialar arasında; yerellik, milliyetçilik ve dinsellik iç içe girmiş durumdadır.
Komünizmden sonra Arnavut toplumunun din anlayışına bu açıdan yaklaşılmalıdır. Hem geleneksel anlayışın kısmen de olsa dirilmiş olduğu hem de açık toplum olma yolunda bir kimlik bunalımı ile karşı karşıya kalındığıdır. Bu dönem içerisinde dini oluşumu etkileyen ve yönlendiren bazı ögeler göze çarpmaktadır. Bu ögeler demokratikleşme, dışa açılma, yeni ekonomik modellerin ortaya çıkması, yeni kurumsal düzenlemeler ve bireysel çapta ortaya çıkan kimlik arayışıdır. Kuşkusuz bu durum AB’nin Batı Balkanlarda kimlik dönüşümü üzerine inşa ettiği modernleştirme projelerini yürütenlerin dikkatini gerektirmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder