17 Ocak 2012 Salı

Günümüz Diplomatı'nın Görevi 1-2


Günümüz diplomatı'nın görevi (1)PDFYazdıre-Posta
Cumartesi, 15 Kasım 2008 19:44
Uluslar arası ilişkiler bölümünü yeni kazanan bir öğrenci, bu bölümden mezun olmayan ama ülkesine diplomasi alanında hizmet etmeye başlayacak olan ya da konuya merakı olan bir kişi ilk olarak merak ettiği konular “bir diplomatın temel görevi nedir, neyle meşgul olur, göreve başlayacağı ülkeden vatanına hizmetleri ne ve nasıl” olacağıdır.

Bugün bu köşemde diploması dersi veriyor değilim ancak her geçen gün daha da modernleşen ve teknolojisi her dakika ilerleyen ve gelişen bir dünyada yaşadığımız herkesin malumudur. Bunun için günümüzde bir diplomatın, diplomat olurken “üstlendiği kutsal görevlerini yerine getireceği hususunda inandığı değerler üzerine and içtiği için” yerine getirip getirmediği ve nasıl getirmesi gerektiği hakkında bir iki fikir tartışmaktır.
12 sene önce okuduğum bir kitaptan aklıma kalanlarıyla, Avusturya’nın Viyana kentinde 1961 yılında yapılan ve “Viyana Sözleşmesi” olarak tarihe geçen anlaşma diplomatlarının görevlerini şöyle belirtildiğini hatırlıyorum. 1- kendi devletinin bağımsız ve egemenliğini, kabul eden devlette temsil etmek, 2- kendi devleti adına yapıcı diplomatik görüşmeler yapmak, 3- iki devlet arasındaki iyi ilişkiler geliştirmek, 4- devletinin ve vatandaşlarının uluslararası hukukun tanıdığı hak ve çıkarlarını korumak ve 5- hem uluslar arası hukukta hem de bulunduğu ülkenin yasal sınırlar içinde, kabul eden devlet hakkında bilgi toplamak ve bunları değerlendirerek devletine rapor halinde objektif bilgiyi ulaştırmaktır.
Eski çağlarda ve hatta bu kadar modern teknolojinin olmadığı 50 ila 100 sene öncesine kadar devletler, diğer devletler hakkında tüm bilgilerini, gücünü, kendi ve diğer devletler hakkında niyetlerini oraya gönderdikleri diplomatların çalışmalarıyla topladıkları raporlarından öğrenme fırsatı elde ederlerdi. Fakat günümüzde teknolojinin gelişmesi, son teknoloji kitle iletişim araçlarının rahatlıkla elde edilmesiyle, diplomatların bulundukları ülkede hem malumat toplama hem de kendi ülkelerine iletme konusunda elde ettikleri rahatlığı biraz da olsa onları rahatlatmıştır. Eskiden ve de günümüzde her ne kadar “diplomat, eşittir ajan” olarak düşünülürse de aslında konu tamamen farklılık arz etmektedir. Çünkü eskiden olduğu gibi diplomat ülkesi için “tek bilgi toplayıcısı” ve tek onun verdiği raporla kendi ülkesinin merkezi yönetimi hareket etmemektedir. Günümüzde bilgi birçok kanalla elde edilmekte ve kullanılmaktadır.
Bugün diplomatların asıl görevi 1-ülkesi için görüşmeler ve sıkı pazarlıklar yapmak, 2-bulunduğu ülkede vatandaşları varsa onların haklarını ve mallarını korumaktır. Buna, bulunduğu ülkenin başka ülkelerle problemleri varsa arabuluculuk için kendi devletine önayak olmak olarak da eklenebilir. Bunu yaparken seçeceği metot yapıcı olmaktır. Bunları yaparken de bulunduğu o devletin kendi halkıyla sorun yaşatmaması gerekir. Bulunduğu devletin kendi halkıyla bu konularda hassaslığı varsa eğer yansız ve tarafsız davranmak durumda ve yeni bir metotla daha yapıcı çözümler üretmesi gerek. Fakat bunu yapamazsa onun diplomasi girişimi başarısız olmuş demektir.
Eskiden olduğu gibi günümüzde de diplomat gittiği ülkenin başkentinde oturup kalamaz. Bütün ülkede seyahatler yapmalı ve sadece o ülkenin elit tabakasıyla bir araya gelip oturup kalkmamalıdır. O ülke halkının bütün kesimleriyle, hükümetiyle muhalifleriyle temasa geçmesi gerekir. Çünkü bunu yapmıyorsa, temasta olmadığı kesim ile, ona ve ülkesine ihtiyacı olan bir diplomasi girişimi gerekirse başaramayacağı ortadadır. Diplomat bulunduğu ülkeyi ve halkını çok iyi öğrenerek onlarla samimi arkadaşlık ve iyi dostluklar kurmak zorundadır. Kendisi bunu yapamıyorsa en azında o ülkede bulunan kendi vatandaşlarına ön ayak olarak bu yöndeki ilişkileri gerçekleştirmeyi başarmak zorunluluğu var.
Modern diplomat, her ne kadar ülkesi güçlü ya da süper güçlü olsa, bireysel çıkarlar doğrultusunda kendi ideoloji, karakter ve düşüncelerini doğrulayıcı nitelikte hareket etmemesi gerektiğini bilmelidir. Çünkü bunu yaparsa görevini tamamlamadan fiyasko vereceği bellidir ve bu konuda  dünyada örnekler çoktur. Devamı Haftaya 
http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=427:giplomatn-gi-1&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454


Günümüz Diplomatı'nın görevi (2)PDFYazdıre-Posta
Salı, 02 Aralık 2008 01:23
Bir diplomatın, diplomat olurken “üstlendiği kutsal görevlerini yerine getireceği hususunda inandığı değerler üzerine and içtiği” için yerine getirip getirmediği hep merak konusu olmuştur. Diplomat inandığı değerleri kesinlikle yok saymaz ancak anlayış farkından kaynaklanan bazı hususlar söz konusudur.Diplomatların anlayışı diğer vatandaşlardan farklıdır.Diplomat bireysel çıkarlar doğrultusunda kendi ideoloji, karakter ve düşüncelerini doğrulayıcı nitelikte hareket etmemesini bilir.Çünkü üstün bir akademik yeteneğe sahip ve özellikle sosyal bilimlerde başarılı olan diplomat olur.Hemsöz hemde yazıdaki ayrıntıyı, öz ifadeyi algılayabilen ve anlatabilendir.Başkalarını etkileyebilen olmasının yanı sıra düşüncelerini de başkalarına söz ve yazı ile aktarabilendir.Diplomat en az 3 dil bilen, iletişimci, yenilikçi, yaratıcı ve coşkulu, sorumluluk
duygusuna sahip ve sır saklayabilendir. Bu açıdan bakıldığında hiçbir diplomat kötü niyetle işe başlamaz.Ancak diplomat atanmalarında her zaman usule uyulmadığını da ara sıra dünyamedyamanşetlerinde de çıkmaktadır.Özellikle devlet geleneği olmayan yeni veya küçük devletlerde bu daha çok rastlanmaktadır.Çünkü devlet geleneği olmayan bir ulusun bu önemli atamalarında hal/hatır/torpil ön plana çıkar.Ve bu diplomatlar ülkesine hizmet için gittikleri ülkelerde asıl görevlerini unuturlar ya da ülkesininmenfaatine değil de bazı grupların ya da bireysel çıkarlar doğrultusunda hareket ederler. Yaptıkları yolsuzluklarını örtmek için de hata üstüne hata yaparlar. İktidarlar değişince de bu gibi diplomatlar da değişir ve yeni atanan diplomatlar bu hataları düzeltmek için uğraşlar verse de o hataları düzeltemez. Devlet geleneği olmayan bazı ülkelerin öyle diplomatları var ki, üstlendiğimisyonu gittiği ülkede yüksek başarıyla ülkesini temsil etmek ve çıkarları doğrultusunda büyük hizmetler vermekle kalmayıp, bulunduğu ülkeden diğer ülkelerle de büyük bir diploması çalışmaları yapıyorlar.Bir seferinde 22-23 diplomatın toplandığı bir toplantıda katıldım.Bu diplomatların ikisi hariç diğerleri genç ve orta yaşlıydı.Ancak biri vardı ki herkes ona öyle bir saygısı vardı ki anlatamam.Benimsamimi olduğumdiplomatı sordum “neden bu adamdiğerlerinden en çok sayılan diplomattır ki, bu ABD’nin diplomatı da değil” o da bana gülerek döndü “sen daha gençsin, o benimçok samimi ve örnek aldığım bir
arkadaşmeslektaşım.Bu adamın ülkesi için yaptığını burada ki hiçbir diplomat yapmamıştır” dedi ve o soruyu “ne yapmış ki?” sorduğumda “ülkesi bizden kaç sene sonra devlet olduğunu bir bilsen…geldiği konumunu görüyorsun değil mi, işte bu adamın emekleri çoktur” dedi.Bir ara o diplomat ile ayaküstü birazmuhabbet etme fırsatı yakaladım ve hemen sordum“beş saattir bu kadar diplomatın arasında sizin kadar saygı görenini görmedim.Burada en yaşlısı da değilsiniz. Bunun sebebini          öğrenebilirmiyim?”.Gülümseyerek biraz daha yaklaştı bana ve çokmütevazı bir şekilde omzuma elini atarak “ey genç benimbir şey yapmamı bırak ben çok şey yapmadım.Buradaki bütün diplomatlardan ülkesi için en az yapan benim.Buradakimeslektaşlarımın ülkeleri zengin ve istikrarlıdır ama benimülkemzengin ve istikrarlı değildi. Bunlar ülkeleri için çok çalışırken ben çalışamadım.Çünkü benimmisyonum24 saatte 3-4 (üç-dört) saat uyumak değil ama uyudum. Saygının sebebi, meslektaşlarım onlardan daha çok çalıştığımı zannediyorlar da ondandır”.Benim samimi olduğumu diplomat da yanımıza yaklaştı ve beni ona tanıştırdı.Diplomasi biliminemeraklı olduğumu ve bu konuda okuduğunu anlattı.Ondan sonra bana o diplomatı anlatmaya başladı.Adammüsaade isteyerek sözünü kesti ve bana dedi ki: her diplomat “ülkesi için üstlendiği kutsal görevlerini yerine getireceği hususunda inandığı değerler üzerine and içer, yemin eder.Ve eğer yerine getirmezse ne değer, ne etik ne de insanlığı kalır.Yerine getirmezse vatanına ihanet etmiş olur.Vatanına ihanet eden kimolursa olsun ne bu dünya ne de öbür dünya da hayır görmez. İki günlük bu dünya için şerefini ayaklar altına alan bir insan ne kendine ne de ülkesine hayrı yok.Bunun için diplomasiyi kutsal bir görev olarak kabul eden biri hakkını vermek mecburiyeti var. Hem ülkesi için hizmetler vermek, hem ülkesinde ki vatandaşları için hemde bulunduğu ülkedeki kendi vatandaşları için zerre kadar bireysel çıkar gözetmeksizin çalışmak boynunun borcudur. Sevgili dostum, diplomasi bilimi ile pratiği arasında farklılık var gibi görünse de aslında yoktur.Teori pratiğe götüren ilk ve en sağlam basamaktır.Her şey teoride kalmaması gerek, pratikle işlevsel hale getirmek, diplomat bunu yaparsa o zaman ülkelerarası ilişkiler gelişir, istikrar sağlanır ve diplomasi siyasetinin amacı olan ülkelerarasında istikrarlı ilişkiler elde edilmiş olacağını” bana anlatarak muhabbeti kestik. Son olarak bir temennimvar o da, tüm
diplomatlar şerefleri için, ülkeleri için, insanlık için çalışsınlar. Öyle çalışırlarsa daha güzel bir dünyada yaşamış olacağımıza unutulmamalıdır. Son 
http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=449:giplomatn-gi-2&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454

Arnavutluk - Yunanistan İlişkileri 1-2-3-4-5


Arnavutluk - Yunanistan İlişkileri (1)PDFYazdıre-Posta
Çarşamba, 03 Eylül 2008 16:11
1990’ların başında Balkanlar’daki komünist rejimlerin dağılmasıyla birlikte Balkanlar’da yaşanan gelişmelerden ve dönüşümlerden etkilenerek dış politikasını gözden geçiren ülkelerden İtalya ve Yunanistan’dır. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde ortaya çıkan yeni sınırlar ve çatışmalar, en fazla Yunanistan’ı rahatsız etmiştir. Tarihte hiç olmayan bir yeni devletin yani Makedonya’nın kurulması, “Etnik Arnavutluk” söylemlerinin artması ve de Balkanlar’daki bu yeni oluşum sırasında “Türkiye Balkanlar’daki nüfuzunu artırıyor” şeklindeki Yunan algılamaları, Yunanistan’ın Soğuk Savaş boyunca Doğu-Batı kutuplu düzen içinde bölgeye dönük sürdürerek geldiği dış politikasında farklı bir açılıma gitmesine neden olmuştur. Bu dönemde Yunanistan, Sırp yanlısı tutumu ve Arnavutluk ve Makedonya’ya yönelik uyguladığı sert politikalarla dikkat çekmiştir.
Özellikle 1995 yılına kadar AB’den gelen yardımlar için İtalya pek karşı çıkmamasına rağmen Yunanistan tam tersine bir politika izledi. Bu politikalar iki ülke arasında tarihten gelen ve iyi komşuluk ilkesine dayanmayan zigzaglı ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Bu konuyu daha iyi anlamak için özellikle Arnavutluk-Yunanistan ilişkilerine geniş bir şekilde analizini yapmak yerinde olacaktır. Ancak, 1995 yılından sonra Yunanistan, Makedonya ve Arnavutluk’a yönelik sert ve dışlayıcı politikasından az da olsa vazgeçerek, ekonomik alan başta olmak üzere bu ülkelerle ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Çünkü Yunanistan’ın, Arnavutluk ve Makedonya’ya yönelik sert ve dışlayıcı politikasının bölgedeki çatışmaları daha da artırarak kendi ülkesine sıçrayabileceği, AB’nin bölgeye yönelik politikaları ile ters düşeceği ve özellikle bölgeye yönelik ekonomik stratejisine sekte uğrayacağı, bunun da Yunan ekonomisini kötüye gitme ihtimalleri nedeniyle farklı bir politik açılım sergilemeye başladığı değerlendirilmektedir. Ayrıca Yunanistan’ın, bölgede ekonomi ve ticari ağırlıklı etkisinin daha rahat siyasi etki yaratma imkânı sağlayacağını göz önünde bulundurduğu da düşünülmektedir.
Yunan resmi söylemi, her ne kadar Balkanlar’da güvenliğin ve istikrarın tesis edilmesi tüm Avrupa Birliği üyelerini ilgilendirir şeklinde olsa bile, bir tek Yunanistan’ın Balkanların istikrarsız bölgesi ile sınırdaş olması nedeniyle tüm gücünü bölgenin yeniden inşası için harcamak durumundadır. Başından itibaren, Yunanistan Balkanların yeniden yapılanmasında Avrupa Birliği’nin merkezi bir rol oynamasında ısrar etmektedir. Aslında bununla Yunanistan Balkanlar’da kendine önemli bir rol biçmekte ve bunu Avrupa Birliği adına üstlenmek için istemektedir. Ayrıca Yunanistan önemli bir stratejik oyuncu olarak Rusya’yı da Balkan denklemine sokmak ve bundan kendi adına çıkar sağlamaya çalıştığını düşünülmektedir. Burada Yunanistan’da Arnavut azınlığı hakkında bilgilere geçmeden önce, ilk olarak Yunanistan’ın azınlıklar politikasına genel olarak göz atmak yerinde olacağını düşünüyorum.
Bütün dünyada açık toplum, çoğulcu sosyal ve siyasî yasam ile insan hakları giderek daha fazla önem kazanırken, Yunanistan bu sürece, sadece Atina’nın politikaları ile sınırlı kaldığını bilinmektedir. Bu durum Atina’nın Yunanistan’a vatandaşlık bağı bulunanlar arasında doğrudan ayrımcılık yapması sonucunu doğurmaktadır. Aynı şekilde Yunanistan’ın BM, AGIT ve AB ilke, kural ve yasalarına aykırı tutumu ile ülkesindeki azınlıklara baskı uygulaması, yine aynı uluslararası ve uluslarüstü kurum ve kuruluşların bütün dünya ülkelerinden uymasını talep ettikleri “iyi komşuluk ilişkilerine” de zemin vermemektedir. Örnek vermek gerekirse, yukarıda bahsettiğimiz Arnavutluk ile olan ilişkileri ve bağımsız Makedonya devletinin kuruluşundan beri ismi konusundaki ki anlaşmazlıktır. Devamı Haftaya  
http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=159:arnavutluk-yunanistan-ieri-1&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454


Arnavutluk - Yunanistan İlişkileri (2)PDFYazdıre-Posta
Salı, 16 Eylül 2008 18:17
Arnavutluk ve Yunanistan’ın Çalkantılı İlişkileri; Balkanlardaki milliyetçiliğin artışına paralel bir biçimde Yunan siyasal hayatında da son dönemde milliyetçilik giderek ön plana çıkmaktadır.
Yunan ultra milliyetçileri ülkelerindeki azınlıkları “ajan” olarak görmüş, bunlara her zaman “muhtemel ve olağan suçlu” olarak bakmışlardır. Yunanistan’ın Avrupa kıtasının en homojen nüfusuna sahip olduğu tezi ve buna binaen azınlıkların kültürel ve siyasal teşkilatlanma taleplerine kulak tıkaması, aslında üyesi olduğu AB’nin çok kültürlülük ve demokrasi ideal ve değerleri ile örtüşmemektedir. Bununla beraber yeri geldiğinde Yunanistan ülkesindeki azınlıkları kendi ülkelerine karşı bir koz olarak kullanmaktan da kaçınmamaktadır.
Yunanistan ve Arnavutluk arasındaki azınlıklara dair en önemli sorun Yunanistan’ın Birinci Dünya Savaşı sırasında hâkimiyeti altına aldığı güney Arnavutluk ya da Çamerya (Yunanlılara göre güney Epir) bölgesindeki Müslüman Arnavut soylulara ve de Ortodoks Arvanitlere dairdir. Arnavut soydaşlarının asimile edilerek Helenleştirilmeye çalışmış ve çalışmaktadır. Ayrıca, Yunanistan Arnavutluk’ta yasayan 100–150 bin Çamëria Arnavut’unun topraklarına dönmesine izin vermemekte ve de Yunanistan’daki mal varlıklarını ve vatandaşlıklarını iade etmemektedir. Dahası buradaki Arnavutların UÇK benzeri bir yapılanma içinde oldukları iddiaları ile bu azınlık üzerinde psikolojik baskı yaratılmaktadır. Öte yandan, Ortodoks Arnavutlara 1920 Yunan Sevr’iyle verilen kendi kiliselerini kurma hakkını da gözardı etmektedir.
Müslüman Çamëria (Çam) Arnavutları ise II. Dünya Savaşı’na kadar Güney Epir’de çoğunluğa teşkil etmekteydiler.  Bu azınlık özellikle Yunan iç savaş sırasında toplu katliama uğratılmıştır. Hayatta kalabilenler Arnavutluk, Türkiye’ye ve başka ülkelere kaçmak zorunda bırakılmışlardır. Yunanistan’daki üçüncü önemli Arnavut topluluğu özellikle l980’lerin sonu ile 1990’lı yılların başlarından itibaren bireysel veya kitlesel halinde yasal veya kaçak yollarla (dağdan kaçarak) Yunanistan’a gelen ve gene yasal veya kaçak yöntemlerle iş arayıp bulan/bulamayan, sayıları yaklaşık 650 ile 900 bin arasında seyreden Göçmen işçi (emigrant, sığınmacı) Arnavutlardır. Bunlar Yunan makamları ve de Yunan kamuoyu tarafından potansiyel suçlular olarak görülmektedir. Yunanistan’daki Arnavut fobisi bu azınlığa dair önemli insan hakları ihlallerine sebebiyet vermiş ve vermektedir. Yunanistan ve Arnavutluk arasında bu kökleşmiş sorun iki ülke arasında savaş halinin resmi olarak sürmesine de neden olmuştur. Arnavutlara yakıştırılan bir başka sıfat da “faydalı ve kullanılır sınıf”tır. Yunanistan’da basına, polise ve kamuoyunun büyük bir bölümüne göre Arnavut göçmenler saf Yunan kimliğini ve Yunan toplum düzenini bozan bir “alt-aşağı sınıf” meydana getirmektedir.
Arnavutluk Soğuk Savaşın ardından bölgede en fazla göç veren devlet haline gelmiştir. Yunanistan’daki mevsimlik işçi olarak geçmesine izin verilenler ya da kaçak olarak ucuz işçi olarak çalıştırılanlar AB bölgesindeki önemli sorunlardan sadece biridir. 1990’larda Arnavutluk’taki 19–40 yaşındaki nüfusun yaklaşık %40’ının göç ettiği sanılmaktadır. Verilen rakamlar kesin değildir çünkü göçmenlerin büyük bir bölümü göç ettikleri ülkelerde resmi izin olmadan kalmaktadırlar. Öte yandan, daha 1990’ların başlarında Arnavutluk’un liberalizme geçişiyle derme çatma botlarla İtalya’nın Brindisi limanına varmak isteyen, Tirana’daki yabancı elçiliklerinin tellerinden atlayarak sığınma hakkı arayan ve sadece aileleri için iyi bir yasam kurmayı amaçlayan binlerce Arnavut’un dramı dünyanın televizyonlarını günlerce işgal etmiştir.
Yunanistan’ın Kuzey Epir iddiaları ile Çamëria Sorunu ve bununla ilgili etkinliklere karşı Yunan kamuoyunda belli bir hassasiyet gözlenmektedir. “Çamëria Soykırımı Anma Günü” ve Çamëria Sorunu Türkiye'de de yankı bulmuş ve Türk basını destekler mahiyette konuya yer vermiş ve verilmektedir. 1998 Haziran ve Temmuz aylarında çeşitli gazeteler ve dergilerde (Aksiyon, Nokta, Zaman, Hürriyet) Çamëria'yla ilgili haber ve makaleler yayınlanmıştır. Günümüzde de konuyla ilgili, yani bir soykırım olduğunu Türk devleti ve akademisyenli tarafından gündeme getirilmekte ve Türk medyasında yankı bulmakla beraber, daha çok Türkiye’de olan Arnavut göçmeninin konu üzerine gittiklerini göz ardı edilmeyecek bir gerçektir.

Arnavutluk - Yunanistan İlişkileri (3)PDFYazdıre-Posta
Pazartesi, 29 Eylül 2008 17:20
Yunanistan’ın Kuzey Epir iddiaları ile Çamëria Sorunu ve bununla ilgili etkinliklere karşı Yunan kamuoyunda belli bir hassasiyet gözlenmektedir.
Sorun geçen ay dahi Yunan kamuoyunda rahatsızlık yaratmış ve çeşitli kanallardan tepkiler gelmeye başlamıştır. Kendi topraklarında yaşayan diğer etnik azınlıklara uyguladığı ayrımcı ve asimilasyoncu politikaları sürdüren Atina yönetiminin, Arnavutluk’un güneyine “Vorio Epir” söylemiyle göz koyduğu uzun yıllardan beri bilinmektedir. Birçok Yunan gazetelerinin de sayfalarını dolduran yayılmacı haritalarda ‘Vorio Epiros’in (Kuzey Epir) yer aldığı bilinmektedir. Yunanlılar bir de Çameria diye bir coğrafik bölgenin Yunanistan sınırları içinde olmadığını iddia etmektedirler. Bu çerçevede bakıldığında, güney Arnavutluk’ta da bir Yunan azınlığın varlığını ileri süren Yunanistan, bunların “hakları” için Arnavutluk yönetimine şantajlarda da bulunmuş ve bulunmaktadır. Bununla birlikte, Ortodoks Kilisesi mensubu olan bu bölge halkının, Ortodoks olmaktan ve kilise dilinin Yunanca olmasından öte, Yunanlılıkla bir ilgisinin olmadığını burada vurgulamak gerekir. Çünkü o bölgede ağırlıklı olarak Ortodoks Arnavutlar ile Ortodoks Ulahlar yaşamaktadır. Bu bakımdan sayısı 10–15 bin’i geçmeyen ve anadili Yunanca olan bir gruptan söz edilebilir, fakat bu sayı Yunanistan’ın iddia ettiği gibi 150.000 değildir ve hiç olmamıştır.
Arnavut hükümeti bu küçük etnik grubun bütün temel hakları komünizm zamanından beri tanımaktadır. Bu azınlığın “Omonia” (Birlik-Dayanışma Derneği) adında siyasi bir derneği ve “Partia Për të Drejtat e Njëriut” (İnsan Hakları Partisi) adında siyasal örgütü de mevcut olup ve partinin Arnavutluk meclisinde bugün 2 üyesi (2005’ten bu yana) ve bir bakanı bulunmakta ve topluluğun Arnavutluk’taki ekonomik ve siyasi faaliyetleri büyük bir serbestlik içinde devam etmektedir. Hatta Vlora Vilayetinin Himara Belediye başkanı da “Omonia”nın başkanı olan Vasil Bollano’dur, ki bu şahıs Arnavutluk’un Güneyinde (yönettiği Belediye sınırları içerisinde) yol işaretlerini tamamen değiştirerek Arnavutça’dan Yunanca yapmıştır ki bu olaydan sonra mecliste dahi tüm Arnavut medya ve diasporasında kıyametler kopmuştu. Ayrıca Yunanların gayrı menkul alım ve satımında diğer Arnavut vatandaşları gibi serbesttir, kısıtlama veya engelleme yoktur. Yunanistan’ın bu bölgedeki Yunan etnik grubu için düzenlediği kültürel etkinliklere hiç bir yasak veya başka türlü sınırlama getirilmemektedir. Yanya’dan güney Arnavutluk’a her gün Omonia, Egnatio, Vorio İpirot, Stokhos, Ta Nea gibi gazeteler girmekte, ayrıca ERT-1, ERT-2, ERT-3, MEGA Antenna, Kerkira ve İonion gibi Yunan devletinin resmi televizyon kanalları kesintisiz ve engelsiz yayın yapmaktadırlar.
Bölgedeki güç dengeleri açısından bakıldığında ise, soğuk savaş öncesindeki dengelerin tamamen değiştiğini ve Yunanistan’ın bir asra yakın Arnavutluk’a karşı düşmanca politikalar izlemiş olmasına rağmen son 5-10 yıldır hızlı adımlarla yakınlaştığını görülen bir gerçektir. Fakat, “Türkiye’nin Balkanlardaki nüfuz alanını kırmayı hedefleyen Yunanistan’ın, komşularına yönelik 1996’daki politika değişikliği” neden olduğunu değerlendirilmektedir. Ayrıca Arnavutluk’un, Yunanistan ile yaşadığı sorunlar karşısında, 1990’ların ilk yarısında ve özellikle 97’de Türkiye’nin ağabeyliğine sığınmış, ancak 1997’den 2005’e kadar iktidar Sosyalist Parti’nin dış politikası sayesinde daha çok Yunanistan’a doğru kaydığı gözlemlenmektedir. Fakat Türkiye ile herhangi bir siyasî sorun yaşamayan Arnavutluk’un, bunu tamamen ekonomik ve stratejik çıkarlar yüzünden yaptığı değerlendirilmektedir.
Yunanistan’ın bir NATO ve AB ülkesi olduğu gerçeği ise, NATO’dan tam üyelik davetiyesi alırken ve de AB üyeliği yolundaki İstikrar ve Ortaklık Anlaşmasının da Yunanistan’ın onayını almadan olamayacağını bilen Tiran yönetimi, Yunanistan ile iyi ilişkilerini korumaya çalıştığını da bilinen bir gerçektir. Devamı Haftaya

Arnavutluk - Yunanistan İlişkileri (4)PDFYazdıre-Posta
Perşembe, 16 Ekim 2008 12:26
Soğuk savaş sonrasında Arnavutluk ile Yunanistan arasında büyük diplomatik krizler  eksik olmamıştır. 1993 yılında, Yunanlı bir rahip olan Archimandrite Chryostomos, Arnavutluk karşıtı faaliyetlere giriştiği iddiasıyla sınır dışı edilmesi ile iki ülke arasındaki ilişkilerde gergin bir döneme getirmişti. Tiran yönetimi, Yunanlı papazı, casusluk maksadıyla Yunanistan ile işbirliği içerisinde olduğu ithamında bulunmuştu. Yunanlı papazın sınır dışı edilmesinin ardından yunan medyası güya “Güney Arnavutluk’taki Yunan gayrimenkullerine yönelik saldırılarda bulundu” şeklinde suni haberler yaparken, buna karşılık Atina yönetimi de, 30 binin üzerinde Arnavut göçmeni sınır dışı etmesi iki ülke arasındaki tansiyonu daha da artırdı. Nisan 1994 yılında, aşırı milliyetçi etnik Yunan militan grubu olan Kuzey Epir Özgürlük Cephesi (MAVI)’nin, bir Arnavut askeri kışlasına saldırıp iki askeri öldürmesiyle ilk silahlı çatışma yaşanmıştır. Bu olayın akabinde Arnavutluk’taki Yunan azınlığın çıkarlarını koruma iddiasıyla kurulan OMONIA örgütünün üyesi beş Yunan asıllı terörist saldırılara yardım ve yataklık etmekten tutuklanmıştır. Bu gelişmeler, Arnavutluk-Yunanistan ilişkilerinin daha da kötüleşmesine neden olmuştur. Sali Berisha, sorunların had safhaya çıktığı bu dönemde Yunanistan’ı Arnavutluk’a soğuk savaş başlatmakla suçlamıştır.
Yunanistan, 1997 Mart  ayında Arnavutluk’ta meydana gelen toplumsal ayaklanma olayları ertesinde Yönetime gelen Fatos Nano’yu ekonomik yardımlarıyla kendisine bağlamayı başarmıştır. Nano iktidarını böylelikle elinde tutan Yunanistan, Helen soylu olduğunu iddia ettiği Güney Arnavutlukta yaşayan Ortodoks azınlık için sosyal, kültürel, ekonomik imkânlar sağlanmasını başarmış, sonuçta tezlerine sağlam dayanaklar yaratmıştır. Yunanistan’ın tezleri doğrultusunda kendini Arnavutluk içindeki Yunanlılar olarak tanımlayan kimselere Yunan devleti önemli yardımlarda bulunmaktadır. Halbuki Yunan Ortodoks kilisesine baş kaldırıp bağımsızlığını ilan eden Elbasan’ın Kale Mahallesindeki Arnavut Ortodoks Saint Marie Kilisesi Başpiskoposu Nikolle Marku ise maddi imkânsızlıklar nedeniyle Yunan propagandasına karşı etkili bir faaliyet yürütememektedir.
Tiran nüfusunun tamamına yakın Müslüman olmasına rağmen, Tiran’ın Draske, Fag, Fravesh, Elbasan’ın Fikas, Peshtresh ve Karakullak köylerinde, Yunan Ortodoks kiliselerinin inşası, önce Ortodokslaştırma ve sonrasında Helenleştirme politikasının tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Yunanistan, ülkeye legal veya illegal yollardan gelen göçmenler için başlatılan “Yeşil Kart” uygulamasından Miranda VİCKERS&James PETTİFER’in 2000 yılında Albania; From Anarchy to a Balkan Identity eserinde “Kuzey Epir üzerindeki yayılmacı emelleri doğrultusunda yararlanarak, yeşil kartların üzerinde “Voryos Epiros Simeni Ellada” (Kuzey Epir Yunanistan Demektir)” ibaresini kullanmakta olduğunu belirtmektedirler. Ayrıca Arnavut göçmenlere iş imkânı karşılığında isimlerini Yunan isimleri ile değiştirmeleri ve Ortodoks Hıristiyan dinine geçmeleri için hem baskı yapmakta hem de teşvik edilmektedir.
İki ülke arasında bir yakınlaşmaya gidilmesinin nedeninin altında, Berisha hükümetinin, Arnavutluk’a tehdit oluşturan Sırbistan ve Yunanistan arasında sıkışıp kalmamak ve özellikle de AB ve NATO üyeliğine yönelik politikalarında Yunanistan engeline takılmamak için Yunanistan ile ilişkilerini geliştirmeye çalışması hem de Türkiye gibi diğer bölge ülkelerle kapsamlı ilişkiler kurarak Tirana’ya en uygun dengeleri oluşturmaya gayret göstermesinin yatmakta olduğu şeklinde değerlendirilmektedir. Bu yakınlaşma Nano zamanında artarak sürmüşse de Nano sonrası hükümetler dahi, Yunanistan ile iyi ilişkilerini korumaya çalıştığını (ya da zorunda kaldığını!) da bilinen bir gerçektir.
Yunanistan özellikle Arnavutluk’un ekonomisi üzerinde söz sahibi olmak maksadıyla her alanda (ekonomik işbirliği, ulaştırma, deniz ticareti, tarım, telekomünikasyon) anlaşma imzalamıştır. 1996 Mart ayında iki ülke arasında üç adet yeni sınır kapısı açılmıştır.İki tarafın kabul etmesiyle açılılan bu kapılara bu sene başına iki tane daha eklenmiştir. Bütün bunlara 1997’deki bankerler krizinin de eklenmesi ülkenin kısa sürede bir kargaşa ortamına sürüklenmesine Yunanistan’ın neden olduğunu düşünülmektedir. Devamı Haftaya 
http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=342:arnavutluk-yunanistan-ieri-4&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454

Günümüzde Arnavutluk - Yunanistan İlişkileri (5)PDFYazdıre-Posta
Çarşamba, 29 Ekim 2008 13:16
Yunanistan özellikle Arnavutluk’un ekonomisi üzerinde söz sahibi olmak istememsiyle ve bütün bu aksiliklere 1997’deki bankerler krizinin de eklenmesi ülkenin kısa sürede bir kargaşa ortamına sürüklenmesine neden olmuştur.

Bankerler krizi olarak bilinen hükümete karşı silahlı ayaklanmanın Ortodoks nüfusun yoğun olarak yaşadığı Arnavutluk’un güney kesiminde baş göstermesi, isyanın liderliğini yapanların Yunan makamları ile bağlantılı olduğunun iddia edilmesi ve isyancıların karışıklıklar sırasında Sırplara sempati duyduklarını gizlememeleri, bu olayların gerçekleşmesinde mali faktörlerle birlikte, Yunanistan ve Sırbistan’ın rol oynadığı düşüncesine ağırlık kazandırmaktadır.
Arnavutluk’ta yaşanan kargaşanın giderilmesi ve kamu düzeninin sağlanması yönünde Avrupa Birliği’nin girişimleri neticesinde ülkeye çok uluslu “ALBA” adında bir güç gönderilmiştir. Ancak, çok uluslu güç ülkede kamu düzenin sağlanması yönünde olumlu adımlar atamamıştır. Neticede, 29 Haziran 1997 tarihinde AGİT gözetiminde yapılan seçimleri, bu defa ezici bir çoğunlukla sosyalist parti kazanmıştır. Yapılan seçimler ertesinde yönetime gelen Fatos Nano Hükümeti, Berisha Hükümeti’nin izlediği dengeli dış politikayı terk ederek, Yunanistan ve Sırbistan’a karşı bir yakınlaşma stratejisi izlemeye başlamıştır. Böylece Tiran yönetiminin Yunanistan’ın ve Sırbistan’ın çıkarları doğrultusunda bir çizgide ilerlediğini belirtiliyordu.
Arnavutluk’a yönelik toprak taleplerinden (Kuzey Epir) vazgeçmemiş olan Yunanistan ile Nano Hükümeti, başta askeri olmak üzere çeşitli alanlarda antlaşmalar imzalamıştır. En önemlilerine yer vermek gerekirse, “Kültür Antlaşması” ve özellikle de Nano hükümetinin Arnavutluk anayasasına soktuğu bir madde ile kilisenin de mal edinme gibi haklar elde etmesini sağlaması, Yunanistan’ın Arnavutluk’u nasıl etkisi altına aldığının ve Kuzey Epir’e yönelik politikalarının başarıya ulaşmakta olduğunun bir göstergesini teşkil etmektedir.
Arnavutluk’un AB ve NATO’ya girme çabalarına Yunanistan’ın destek sağlamasını öngören bir protokol 8 Eylül 1998 tarihinde imzalanmıştır. Bu protokol, Arnavutluk hükümetinin bir AB üyesi ülke ile imzaladığı ilk anlaşma olmuştur ancak, bu ve bunun gibi anlaşmalar için Arnavutluk, faturasını çok pahalı ödediğini ve ödemekte olduğunu belirtiliyor.
Arnavutluk’ta yaşayan Yunan azınlığın gerçek rakamı %0.5 olarak iken bu rakam Atina medyalarında %5’ten başlayarak %30’a kadar çıkmaktadır. Medyada olan bu anlayışların kendi açısından haklılık payı vardır. Çünkü Atina hükümeti Arnavutluk’un Yunan sınırındaki Helenleştirme&Ortodokslaştırma faaliyetlerine yaptığı ekonomik harcamaları, Atina büyüklüğündeki yeni bir şehrin inşa edilebilirliği kadar bir rakamlar tartışılıyorsa konu nereye kadar varacağı hesaplamak zor olmasa gerek. 2007 yılındaki yerel seçimlerde Vlora ilinin Himara ilçe belediyesinin başkanı olan Vasil Bollano, Yunan azınlığın oylarıyla başkan olduğunu belirtmektedir. Kendini Yunan olduğu ve dolayısıyla Yunan azınlığı partisi olan PBDNJ (Union for Human Rights Party)’nin ilçe başkanı, aynı zamanda Belediye başkanı olan Bollano; ilçesindeki Arnavutça olan tüm trafik levhalarının yazılarını silmiş ve Yunanca yazdırtmıştır. Tiran parlamentosunda konuyu araştırmak için kurulan komisyonların çalışmalarına rağmen hiçbir şey değişmedi. Ayrıca savcılık konuyu araştırdı-soruştur ama her nasıl oluyorsa bilinmiyor ama adam hala belediye başkanlığını sürdürmektedir.
Malum 2009 yılının haziran ayında Arnavutluk’ta genel seçimler olacaktır. Bilindiği üzere Yunanistan’da yarım ile bir milyon arasında Arnavut işçi olarak çalışmaktadır. Tiran parlamentosundaki tüm partilerin; haziranda olacak olan genel seçimlerde yurt dışında çalışan bu işçilerin de demokratik hakkın olan “oy kullanma olanağın sağlanması” gerektiğini hemfikirdir ancak konunun nasıl olacağı konusunda farklı düşünceler söz konusudur.
Konuyu fazla uzatmadan ve Yunanistan’ın Arnavutluk üzerine etkisini bir bütün olarak anlamak için, 92-96 yıllarında bir ara başbakanlık yapan ve şuanda fiilen LZHK (Movement for National Development)’in başkanı olan Dashamir Shehi 20 Ekim’de medyaya aşağıdaki açıklamaları ilginç olduğu kadar konuyu anlama açısından da büyük öneme taşıdığını düşündüğüm için yer vermeye uygun görüyorum; “işçilerin oy kullanmak için hakları olduğunu ve sonuna kadar desteklediğini belirterek bu sefer de oy kullanmasını katılmadığını altını çiziyor. Açıklamasında, oy kullanan seçmen vatandaşlarımızın %15’i Yunanistan’da işçi olarak çalışmaktadır. Bu rakam küçük görünmesin çünkü bu rakam iktidarı belirleyecek kapasiteye sahiptir. 2007 yerel seçimleri göz ününde bulunduralım, durum ortada. Devlet olarak ülke içinde seçimleri demokratik şartlarda gerçekleştirmeye zorlanıyoruz, bırakın büyükelçiliklerimizde böyle bir şeyin demokratik bir atmosferde gerçekleşmesi. Bu işler tamamen Yunanistan’ın lehine olacak olan bir stratejidir. Çünkü Yunanistan kendi lehine çalışacak olan taraf ‘Sosyalist Parti’ye büyük destek vermiş olacaktır. Çünkü Yunanistan daha önce de, yani 1997 ve 2001 yılı genel seçimlerde ve aralarındaki yerel seçimlerinde aynısını yapmıştır. Seçmenimizden şu ya da şu partiye oy verme karşılığında hem büyük maddiyat bağışlayacak hem de karşı çıkanları şantajlarla o partiye oy vermeyi mecburi kılacaktır” diye belirtmektedir. SON http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=384:g-arnavutluk-yunanistan-ieri-5&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454

IMF Arnavutluk'tan ayrıldı


IMF Arnavutluk'tan ayrıldıPDFYazdıre-Posta
Cumartesi, 17 Ocak 2009 20:28
Prof. Dr. Sali Berisha hükümeti Perşembe günü 8 Ocak’ta IMF ile imzaladığı ekonomi izleme anlaşmasını sürdürmeyeceğini açıkladı. Hükümet bu anlaşma ile IMF’nin Arnavutluk’ta 17 yıldır sürdürdüğü misyonu nihayete erdiriyor. Bundan sonra IMF misyonu kısa bir süre için iki veya üç ekonomi parametresiyle ilgili sınırlı izleme rolüne sahip olacağını belirtiliyor.

İktidar bu konu ile ilgili tartışmaları 2-3 ay önce başlatmıştı. Başbakan Berişa’nın “IMF misyonu önümüzde ki sene itibarıyla noktalanacağı” belirtmesi üzerine muhalefetten yüksek seslerin yükselmesine sebep olmuştu. Başbakanın “artık Arnavutluk ekonomisinin kendi ayaklar üzerine kalabilecek olgunluğa geldiği, ve bundan dolayı 17 yıllık IMF misyonu ile hesapların kapanması gerektiği ve bu konuda kararlı olduklarını” belirtmiştir. Aynı zamanda Arnavutluk maliye Bakanı Ridvan Bode de “17 sene nihayetinde Arnavut kurumlarının ülke maliyesini yönetmek için gerekli olgunluğa ulaştığını” belirtiyordu.
Muhalefetten yükselen sesler ise “ülke ekonomisi kendi ayaklar üzerine kalabilecek olgunluğa daha gelmediği, ülke kurumlarının ülke maliyesini yönetebilme kapasitede olmadığı ve bundan dolayı 17 yıllık IMF misyonuyla hesapların kapanmaması ve de iktidarın bu karardan hemen dönmesi gerektiği...” belirtiyorlardı. Yani “IMF ile hesaplar kapanması durumunda ülke tekrar 1997’deki ekonomik krizi yaşayacağı, ondan sonra IMF’e yardıma gelmesi için yalvaracak duruma düşeceğiz…” diye belirtiyorlardı.
Fakat iktidar muhalefete kulak asmadı ve geçen hafta sekizinde yapılan törende IMF ile bir daha ekonomik paketleri (ByPas) yenilemeyeceği belirtmiştir. Antikapitalist/Antikolonial bakış açısıyla ve IMF’in hangi ülkeye gitmişse batırdığı bilgisi malum iken Tirana yönetiminin böyle bir hamlesi ilk başta gururlandırıp heyecanlandırıyor vatandaşı… ancak her ne kadar duygusal anlamda büyük ilerleme sayılacaksa da gerçekten bundan sonra herhangi bir oyunla ekonomik durum 1997’deki gibi çok kötüye gidebilir mi diye vatandaş düşünür. Böyle düşünmek normal çünkü bu finansal global krizin daha ne olacağı belli değilken Arnavutluk hükümetinin kararı ne ölçüde doğrudur konusu tartışılabilir.
IMF geçen hafta hükümeti “bu küresel ekonomik krizin etkilerinin 2009’un ilk üç ayında vuracağı konusunda” uyardığı da ortadadır. Ancak Berişa iktidarı kararlı bir şekilde bu yola girildiği ve artık tartışma konusu yapılmaması gerektiği belirtmektedirler. Şöyle bir gerçek var ki 6-7 gün geçti ve IMF unutulduğu ve iktidarın dikkatleri AB’ye doğru çevrilmiş olduğudur. Bu da halk ve iktidar için hayırlı olmasını dileriz.
Geçen hafta IMF ile boşanmanın ardından, başbakan Sayın Berişa kendisi Çek Cumhuriyeti’nin Tiran Büyükelçisi Marketa Fialkova’ya “Çek Cumhuriyeti’nin başkanlık döneminde AB üyelik aday statüsüne başvuracaklarını” altını çizerek belirtmiştir. Bu da halkta ayrı bir heyecana sebep olmuştur. Ayrıca Berişa “hükümetinin bu dönemde aday statüsüne başvuruda bulunacağı ve reformları daha da hızlandırılacak ve 2009 seçimleri demokratik, özgür ve güvence altına alacağını, hükümet vatandaşların başvurudan sekiz gün sonra verilecek olan elektronik kimliklerin uluslararası standartlara göre verileceğini (ki verilmeye başlandı)” belirtmiştir.
İktidar ayrıca, genel seçimlere yaklaşırken, halkın çoğunluğunu oluşturan komünizm kurbanlarını memnuniyetini ön plana çıkartacak hamlelere de başvurmaktadır. Böylece yarım asırlık “Komünizm Suçları” ve “Komünizmin Arnavutluk’taki Sonuçlarını Araştırma Enstitüsü” kurulması konusunda bakanlar kurulunun bir tasarıyı kabul ettiklerini belirtiyor. Ayrıca bu tasarı ile bundan sonra “20 Şubat Günü” komünizm kurbanlarının anma günü olacağı, Tiran’ın ana meydanlarından birine de bu insanların anısına bir dikilitaş dikileceklerini belirtilmektedir.
Arnavutluk iktidarının IMF’den ayrılarak halkın sempatisini kazanmasına sebep olduğunu ayrıca halkın çoğunluğunu oluşturan komünizm kurbanları ile ilgili yeni yasaların gündeme getirmesiyle halkın iktidara memnuniyeti daha da artmakta ve Haziranda ki genel seçimlerde şimdiki iktidarın yola devam edeceği düşünülmektedir.  http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=611:imf-arnavutluktan-ayr&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454

Ekonomik kriz, Yunanistan'daki olaylar ve Arnavutluk


Ekonomik kriz, Yunanistan'daki olaylar ve ArnavutlukPDFYazdıre-Posta
Çarşamba, 17 Aralık 2008 14:41
Dünyayı saran ekonomik kriz her geçen gün büyüyor. İflasını kabul eden devletler ve global çapta büyük şirketler var. Ekonomi uzmanların bazıları; asıl kriz 3-4 ay sonra kendini göstereceğini belirtiyorlarsa da bölgesel çapta bakıldığında bu kriz aslında 3-4 aya kalmadan kendini göstermiş oldu.
Dünyanın önde gelen şirketleri “Tanrı’nın da batıramayacağını düşünülen şirketler!” iflasını açıkladılar. Ahlakçı filozof, sosyolog ve iktisatçıların da açıklamaları göz ardı edilmemesi gerek. Bunların hakim görüşü ise ‘kriz ve istikrarsızlığın (kaos) baş gösterdiği dönemlerin’ toplumsal açıdan iki sonucu olur. Biri, bu durumdan faydalanan bir kısım insanlar ve diğeri ise, bu durumdan zarar görenler, yani geriye kalan hepsi. Binlerce kişi işinden çıkarıldı ve devletler “sosyal devletliliğini ifade etmekte aciz olduklarını” göstermiş oldular. Olan topluma oluyor. İşten çıkartma durumu ABD’de daha ağır ise de AB, Japonya, Rusya, Çin, Türkiye ve bir ülkede başını almış gidiyor. Borsalar çok düştü, petrolün varil fiyatı 50 dolara düştü ama petrolün pompa fiyatı o kadar düşmüyor, olan yine halka oluyor. Krizin, kaosun faturasını ödeyen yine halktır…
Bununla beraber gelen bazı sorunlar da var. Özellikle Balkan ülkelerinde ise bu ekonomik kriz, sadece ekonomik anlamda değil toplumsal etiğin çöküşüne sebep olacak dereceye gelmiş durumda. Maalesef bir haftadır  gazete ve televizyonlarda  hiç birimizin görmek istemediği foto ve görüntüleri görüyoruz.Bunlar komşu ülke Yunanistan’da oluyor. Sebebinin Yunanlı  bir öğrencinin güvenlik kuvvetleri tarafından öldürülmesi gösteriliyor, ama sadece sebep bu mu, acaba doğrumudur diye sormadan edemiyor insan? Daha düne kadar komşu Yunanistan’da sayısız Arnavut işçisi güvenlik kuvvetleri tarafından öldürülmüş ve bunlar kameralara yansımıştı.Ama hiç böyle bir şey olmadı. Arnavutlar da insan değilmiydi! Yoksa Yunan kültüründe ve Yunanistan yasalarında Arnavutlar insan sayılmıyor mu!? Ben bu sefer bunu tartışmıyorum, asıl konu hepimizi üzen bu Yunanistan’daki olan olayları bölgesel çapta bakabilmektir.
Yunanistan’da bu kaos “Balkan ve Avrupa ülkelerine değil bütün dünyayı sarabilecek kapasiteye sahip olduğunu birçok düşünürün değerlendirmesi” olduğunu belirterek bunun yansımaları Arnavutluk’a ne olacağıdır. Modern Avrupa ve Batı ülkeleri, Balkan halklarının bu gibi görüntülere alışık olduğunu belirtiyorlardı hep, ancak Müslüman toplumu olan biz, bu gibi olaylar için “Allah düşmanıma da göstermesin” diye dua ediyoruz. Paris yanarken de, yanmaması için dua ettik, yarın bir başka yerin yanmaması için de dua ediyoruz. En azından ben şahsen dua ediyorum. Ama maalesef bu gösterilerin ikinci gününün haberlerini seyrederken çok üzüldüm gerçekten.Bizim (Arnavutlar) için bu sahne yabancı değildi .Zira daha yakın bir geçmişte yaşamıştık bunları.
Akademik arkadaşlarımla bir haftadır  bunu hep tartışıyoruz .Bu olayların etkenleri nedir ve sonuçları ne olur diye. Ama maalesef kestirmek güçtür. Nasıl olur da akla sahip olan insanoğlu her şeyi kırıp döker, başkasının malını emeğini elinden alır, kendi polisine askerine taş, Molotof atar, pusu kurar öldürmek için çaba sarf eder, vatanına milyarlarla Euro zarar verir? Çok düşünmeye gerek yok, çünkü insanoğlu çiğ süt emmiş, her şeyi yaparmış, edermiş işte… üzülüyor insan sadece. Ama elinden bir şey gelmiyor.
Yukarıda bahsettiğim gibi kriz ve kaos’tan faydalanan bir kısım insan var. Diğer kısmı ise zarar görür. Yani “kurunun yanına yaş da yanar” derler ya… işte Yunanistan’daki işçi göçmenlerin durumu buna benziyor. Atina’nın TV ve gazetelerin rakamlarına göre şimdiye kadar 300’ün üzerine kişi tutuklanmış durumdadır. Bunların çoğu Yunan vatandaşı.Normaldir ama aralarında göçmen işçiler de çok olduğunu belirtiliyorlar. Bu işçilerin içinde Arnavut işçilerin de olduğunu biliyoruz.Bu konu Tiran yönetimini rahatsız etmiş.Arnavutluk, bu konuda Atina’dan, Arnavut vatandaşlarına, insan haklarına riayet ederek, adil bir şekilde davranılması isteğini dile getirmişti. Fakat bu istek de hassastır ve çok hassas bir döneme denk geldi.
Atina’nın Tiran ile her hangi bir sebeple sürtüşmesinin faturası bize çok pahalıya patlar. Hem NATO ve  hem AB’ye giden yolda büyük engel teşkil eder, hem de orada çalışan işçilerin kazançlarını olumsuz etkiler.Haziran ayında genel seçimlere gidecek olan Arnavutluk,  krizin üstüne bir de Yunanistan ile arasında bir sürtüşme durumunda işçiler sınır dışı edilmesi (ki bu 20 senedir hep olmuştur) ve Arnavutluk’a geri gelmesi, sağ iktidarın seçimleri kazanması söz konusu olamaz ve hem ekonomik hem de siyasi istikrar bozulur ve bu hafta Yunanistan’da olanlar yarın Arnavutluk’ta da olur. 
http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=471:ekonomik-kriz-yunanistandaki-olaylar-ve-arnavutluk&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454

2008'de Arnavutluk


2008'de ArnavutlukPDFYazdıre-Posta
Salı, 06 Ocak 2009 13:32
2008 yılı, Arnavutların tarihinde en önemli yılı olduğu belirtilmektedir. Bu gibi değerlendirmelerin haklılık payı gerçekçidir. Çünkü bilindiği gibi 2008 yılında Tirana’nın siyaset ve diplomasinin başarısı hem ülke, hem bölgesel, hem kıtasal hem de global çapta kayda değer ilerlemeler gerçekleştirdiği ortadadır.

2008 başlarken başbakan Prof. Dr. Sali Berisha’nın verdiği vaatlerin tamamına yakın gerçekleşeceği yıl “2008 yılı” olacağı beklenmiyordu. Ancak bu başarı iktidar partisi “PD”nin bütün kurmaylarına ait olsa da en büyük başarı muhakkak ki  başbakan Berişa’ya aittir. Gece gündüz demeden, yurt içi yurt dışı Arnavutluk ve bölge istikrarı için 7/24 hep çalıştı ve meyvelerini aldı. Başbakan Berişa’nın, muhalif ve farklı sivil toplum kuruluşları tarafından bir çok bakanı yolsuzlukla suçlanmış olmasına rağmen hükümette birkaç değişiklik yaparak hükümetin 2008 yılı programını aksamasına mahal vermemiş oldu.
1912’den beri tüm Arnavutların birlikte ve bir bayrağın altına yaşamak mücadelenin haklılığını dünyaya ispatlayabilen iktidar ancak bu yılda oldu. 96 sene sonra ve büyük diplomatik çabalar sonucunda “bir millet iki devlet” nosyonunda da olsa yüksek bir başarı elde edilmiş oldu. Ne Kosova’dakiler ne Arnavutluk’takiler ne de diasporadaki Arnavutlar iki bayrak istememelerine rağmen günün diplomatik şartların gereğini kabul ederek resmi anlamda ayrı bir bayrak ama diğer her şeyi aynı olan 17 Şubatta ayrı bir devlet kurdu, ismi REPUBLİKA E KOSOVES – KOSOVA CUMHURİYETİ oldu. Bunun 2008 yılı Tirana iktidarının başarısı olduğu şüphe yoktur. 17 Şubat 2008 Arnavutların ilelebet altın harflerle yazacağı bir tarih oldu. Tirana diplomasisinin yüksek başarısıdır ki bir sene dolmamasına rağmen yeni doğmuş ve resmi adı KOSOVA CUMHURİYETİ ama göbek adı “MİNİ ARNAVUTLUK” olan ülkeyi 50’den fazla ülke tarafından egemen ve bağımsız olarak tanımış olmalarını sağlamıştır.
4 Nisan 2008’de NATO’dan tam üyelik davetini alan Arnavutluk, 16 sene uğraş verdiği yola girmiş oldu ve Arnavut halkının yarım asırdan fazla hayal ettiği Euro-Atlantik kurumlarla bütünleşme yoluna emin adımlarla ilerlemektedir. Çok kısa bir zaman zarfında NATO’nun tüm üye ülkeleriyle ön anlaşmayı imzalamaya da başarmıştır.
NATO ve AB’nin isteği doğrultusunda iktidar ana muhalefet partisiyle beraber 21 Nisanda anayasa değişikliği yaparak, bir çok konuda AB tebriklerini kazanarak büyük reformlara imza attı.
AB’ye tam üye olma yolunda ki SAA (Ortaklık ve İstikrar Anlaşması)nı 2009 yılı gelmeden önce AB’nin 26 üye (Yunanistan kaldı) ülkesiyle imzalamış olması AB ile müzakerelere büyük adımlarla ilerlemekte olduğunu bir göstergesi durumdadır. Ki bu durumla Arnavutluk’un da Avrupa ailesine ait olduğu altını çize çize anlatmakta ve giriş için son antrenmanlarını ve 90 dakikayı da bitirmiş ve uzatma dakikalarının da bitirmekte olduğunu belirtmektedir.
NATO ve AB ile her geçen gün daha da bütünleşen Arnavutluk hem ülke, hem bölge, hem kıtasal hem de dünya istikrarına yaptığı katkıları kayda değer olduğu belirtilmektedir.
Haziran ayında genel seçimlere gidecek olan Arnavutluk, Berişa’nın verdiği vaatlerin hepsine yerine getirmek için birkaç tanesi kalmıştır. Bunların en önemlisi, 2009 genel seçimlerini “AB ve AGIT’in isteği doğrultusunda ve de Uluslararası standartlarda gerçekleştireceği” vaadini yerine getirmesi gerekir. Bu konuda ki çalışmaların başarılı olup sona yaklaşıldığı belirtilmektedir. Halkın da Berişa iktidarını bir dönem daha iktidara taşıyacağını yapılan farklı anketlerde belirtilmektedir.
Olan küresel finanssal krizin etkileri Arnavutluk’ta da etkisini göstermiş olsa da genel seçimlerin galibi Berişa olması bekleniyor. Çünkü son yılda (yani 2008) o kadar büyük çalışmalar yaptı ki halk da görmezlikten gelememektedir.
Sözün özüyle belirtelim ki, modern Arnavutluk tarihinde en başarılı yıl 2008 yılıdır ve de bu başarı Prof . Dr. Sali Berisha’nın bireysel emeklerinin etkisi kayda değerdir. http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=594:2008de-arnavutluk&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454

Arnavutluk'ta dinler ile devlet arası işbirliği anlaşması 1-2


Arnavutluk'ta dinler ile devlet arası işbirliği anlaşması (1)PDFYazdıre-Posta
Pazartesi, 26 Ocak 2009 00:13
Dini inançların anayasayla yasaklandığı 1967 yılından beri ilk defa Müslüman Sünni, Müslüman Bektaşi, Hıristiyan Ortodoksların din liderleri (Hıristiyan Katoliklerin ise bu anlaşmayı Vatikan'ın emri doğrultusunda 2001 yılında imzalandığını belirtiliyor) ile hükümet arasında ilişkileri düzenleyip işbirliğinin ilerletilmesinin önünü açacak bir anlaşmayı imzalayarak işbirliği yoluna girdiler.


Yapılan bu anlaşmadan sonra, birçok gazeteci yazar “hani devletimiz laikti. Hani Türk laikliğini benimsemiştik…” diye köşelerinde yazmağa başladılar. Bu gibi düşüncelere cevabını Devlet Kültler Komitesi başkanı Rasim Hasanaj “Arnavutluk'un Anayasanın maddelerini hatırlatarak, ülke laiktir ancak devlet dinlerin ve dini cemaatlerin eşitliği ve bunların bağımsızlığını tanımak mecburiyeti olduğu ve Arnavutların dini hak ve özgürlüklere her zaman sahip olsalar da, yeni anlaşma hükümetin anayasal görevleri arasında yer aldığını belirterek” vermiş oldu.
Peki bu anlaşma ne içeriyor, ne anlama geliyor. Bu anlaşma özetle “komünist rejimin ülkeyi ateist (dinsiz!) ilan ettiğinde ve bütün dini faaliyetleri yasakladığı ve her türlü dini kurumlarını tümden kapattığı 1967 yılından önce ve sonrasında el koyduğu arazilerini, vakıflarını, kurumlarını… vs. bu dini cemaatlere geri iade edeceğini garanti altına alındığı” anlamına gelmektedir.
Tiran Hükümeti ile Arnavut dinlerin ve dini cemaatlerin arasındaki bu anlaşma ayrıca, dini varlıklar için vergi muafiyetleri ve devletin bizzat yardımını öngörüyor. Tasarıyı hazırlayan Kültür Bakanlığına bağlı Devlet Kültler Komitesi bu tasarıyı kabul ederken konuyla ilgili AB ülkelerinin tecrübe ve deneyimlerini birleştirerek insan hakları ve özgürlükleriyle ilgili uluslararası anlaşmalarını dikkate alarak hazırladıklarını belirtiyorlar.
Bu anlaşmanın imzalanmasına başbakan Prof. Dr. Sali Berisha “yarım asır sonra gerçekleşen bu olayı tarihi bir an olarak nitelendirmektedir. Ayrıca anlaşma hükümetle Arnavutluk'taki dinler ve dini cemaatler arasında ki yeni ilişkiler başlatacağına dair güvence verdiği de belirtmiştir.
Dini liderlerinin ise “siyasetten uzak ancak komünizm dönemine beddua okuyarak ve toplum için barışçıl açıklamalar yapmaları” normal olarak değerlendirilmektedir. Günümüzde yolunda olmayan her hangi bir şey için komünizm dönemin suçlanması normal hale gelen bizim ülkede, iyi olmayan her şeyin bu andan itibaren düzeltilmesi gerektiği inancı hakım olmuş durumdadır. Ancak sorulması gereken sorular sorulmuyor. Komünizmin yıkılışı ve dinlerin serbest bırakılması tam tamına 19 sene olmuş iken bugüne kadar devlet ve din liderler neredeydiler acaba…? Çok geç kalınmış değil midir? Bu soruların cevaplarını bu köşede haftaya verilecektir. Ancak “Komünizm döneminin suçlarıyla ilgili” şunu belirtmek fayda var. Bu konu ile sadece sağ iktidarların ilerletme kat ettiği bilinen bir gerçektir.
Sağcı iktidar, halkın çoğunluğunu oluşturan komünizm kurbanlarını memnuniyetini ön plana çıkartacak birçok hamle yapmaktadır. Böylece yarım asırlık “Komünizm Suçları” ve “Komünizmin Arnavutluk’taki Sonuçlarını Araştırma Enstitüsü” kurulması konusunda bakanlar kurulunun bir tasarıyı kabul ettiklerini belirtiyor. Ayrıca bu tasarı ile bundan sonra 20 Şubat günü “Komünizm Kurbanlarının Anma Günü” olacağı, Tiran’ın ana meydanlarından birine de bu insanların anısına bir dikilitaş dikileceklerini belirtilmektedir. Devamı Haftaya http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=705:arnavutlukta-dinler-ile-devlet-arasbirlianla&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454
Arnavutluk'ta dinler ile devlet arası işbirliği anlaşması (2)PDFYazdıre-Posta
Cumartesi, 31 Ocak 2009 14:02
Arnavutluk devletinin dinlerden ve dine inananlardan özür dilemesinden sonra dinler ile devlet arası işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Ancak sorulması gereken birçok soru var ancak bu sorulara cevaplar bulunmuyor. Aslında cevapları var ama bu dinlerden özür dileyen devlet değil, şimdiki iktidardır ve bundan dolayı da nüansları yakalamak gerek. Bu iktidar önderliğinde 19 sene önce din serbestliği başlatıldı.

Komünizmin yıkılışı ve dinlerin serbest bırakılması tam tamına 19 sene olmuş iken bugüne kadar devlet ve din liderler neredeydiler acaba? Çok geç kalınmış değil midir… gibi yüzlerce sorular sıralanabilir. Ancak yukarıda “devlet özür diledi” nosyonun yerine ben “hükümet özür diledi” nosyonunu kullanıyorum. Bunun nedeni ise şu; Berişa ve onun Sağ hükümeti, 19 sene önce gerekenini yapmaya başlamış ve iktidarda kaldığı ilk beş senede tüm dinlere laik hukuki yapı içerisinde avantaj sağlamıştır. Ancak 97’nin Mart’tan sonra gelen Sol iktidarlar Berişa’nın yaptığı tersine yapıp dinleri laisizm ilkesi doğrultusunda serbest bırakması gerekirken, bu iktidarlar Müslümanları ezdiler ve Ortodoks ve Katolik Hıristiyanlara destek üstüne destek sağladılar.
Bunun için “şimdiye kadar devlet neredeydi?” sorusu çok önemlidir. Bu soruya herkes cevap verebilir ancak bu 19 sene içerisinde Müslümanlar neden hala vakıf, medrese, camii, tekke arsalarının tapularını alamamışlar. Ki sene 1998’e gelmeden Katolik ve Ortodokslar kendilerine ait tüm tapularını aldılar. Hatta Müslümanlarınınkini bile tapuları üstüne geçirip o arsalarda tarihin hiçbir zamanında olmayan koskocaman kiliseler ve haçlar dikildi.
Soğuk savaş sonrası dönemde dünyada yeni düşman yaratma gereği sonucunda “Müslümanlar” oldu. Bunun için de dünyanın her yerinde Müslümanlar öyle ya da böyle olsun çekmişler ve çekmektedirler. Ama Arnavutluk Müslümanları kendi ülkelerinde herhangi bir fiziki zalimlik görmedi. Ama zulümsüz de kalmadılar. Onların direk canlarına karşı yapılan bir hamle yok belki amma kimliklerinin yok edilmesi için yapılan hamlelerin çok olduğu belirtilmektedir.
Dedelerimin bıraktığı camilerimizi yıktılar komünist dönem ve o topraklarda tarihinin hiçbir kesitinde olmayan kiliseler dikildi 97’den sonra. Dağların ve tepelerin en üst tepesinde Brezilya’da İsa heykeli kadar haçlar dikildi. Yoktu böyle bir şey tarihimizde. Biz Arnavutlar dinler üstü bir bağ ile birbirimize bağlı olduğumuzu vurguluyoruz “Arnavut’un Dini ArnavutçulukturFeja E Shqiptarit Është Shqiptaria”. Ramazanlarda Arnavutluk’ta açık lokanta bulamazdın derlerdi dedelerimiz. 40 hane uzaklığında aç komşu bulunamazdı Arnavutlarda… Ama öyle zamanlar ancak 1950’li yıllarına başına kadar olmuş ondan sonra bozulmuştur. Ve de özellikle 1997–2002 yılları arasında dinler arasında hoşgörüsüzlüğün baş gösterdiği değerlendiriliyor.
Buna sebep olan ise, hiçbir bakanı, bakan yardımcısı, hiçbir yöneticisi hatta hiçbir lise müdürü dahi Müslüman asıllı olmayan bir hükümetler zinciriydi. Müslümanlar kendilerine ait vakıf arazilerini %60’dan fazla hala alamadılar. Aldıkları %40’a yakın bir şey ise köy arazileri olan vakıfları ancak verilmiş ve de çok cüzi bir kimsi ise şehirlerde. Asıl olan şehirlerdeki vakıf arazileri, onlar çok pahalı ve o arazilerinin çoğunda gökdelenler yükseltildi. Peki bu nasıl oldu, böyle bir şeye izin veren kimlerdir… vs sorular hep cevapsız kalıyor. Başkentin tam merkezinde tüm başkent halkını içine alacak bir kilise yapılmakta ve “Ne için orada yapılıyor bu kilise?” sorusu cevabı mulak.
Diyanet işleri başkanlığı ve Parlamento binasının tam ortasında kalan “Namazgjah Namazgâh denilen mevkie 19 senedir neden camii yapılması izin verilmiyor…?” gibi sorularının cevapları mulak. Bunun için iktidar Müslüman herkese demokrasi, iktidar Hıristiyan olduğunda sadece Hıristiyanlara demokrasi anlayışı komünizm hatasını düzeltmez bilakis daha da kötüye götürür. Son. 
http://www.balkangunlugu.com/v3/index.php?option=com_content&view=article&id=730:arnavutlukta-dinler-ile-devlet-arasbirlinla&catid=44:sokol-brahaj&Itemid=454